Nurdanhaber – Dr. Mehmet Rıza Derindağ
2003 senesinde ilk defa Filipinler Manila’ye gelmiştik. İki sene sonra Başkent Manila’dan ayrılıp önce Zamboanga’ya akabinde de Marawi İslam şehrine varmıştım. Manila’da 14. Asır islam mirasını görmek, Portekizliler tarafından vahşice ve barbarca katledilen, şehid edilen Malay Müslümanlarının Manilaya ilticası ve Melakka Sultanlığının bitişi, takip eden asırda bu sefer İspanyolların 333 sene devam edecek zulüm, asimilasyon, işkence, ve sistematik katliamlarla Manila’nın da bulunduğu Luzon adasının hristiyanlaşmasının etkilerine şahitlik etmiştim. Zambaonga şehri ise bambaşka bir tarihin bambaşka bir değişim ve dönüşümün izlerini taşıyor. Fakat başlığa atfen sadece şunu ifade edeyim ki Zamboanga yakınlarında Taluksangay bölgesinde bugün mimarisi ve temizliği ile göze çarpan Camiin ilk Banisi CennetMekan Aziz Sultan Abdulhamid Han Hazretleridir. O camiyi de başka bir yazıya bırakıp gelelim 2006 senesi ve Marawi şehrine.
Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde derslere giriyorum. Üniversite Kapalı Spor salonunda da her Çarşamba günü bir seri halinde devam edegelen “ Esma ve Sıfat tefekkürü” başlığı ile konferanslar veriyorum. Böyle bir konferans sırasında konuşmamı bitirmemiştim ki peçeli bir hanımefendi ayağa kalktı ve bana bağırmaya başladı. “You can not speak if islam to us since You are a citizen of a Secular State and coming from a country in which every part of it got full of sanem(idols), and an under a government in which institutions veiled women are not allowed to enter – Siz laik bir ülkenin, her tarafı putlarla dolu bir memleketin, ve kamu alanlarına tesettürle girilemeyen bir devletin vatandaşı olarak bize islamiyeti öğretemezsiniz” diye bağırıp protesto etti. Bütün bütün haksız olmamakla beraber bu tepkiyi haketmemiştim. O daha oturmadan yaşlı başlı, bir tutam sakalı ağarmış ve herkesin hürmet gösterdiği bir ihtiyar ayağa kalktı ve kadına “ shout your mouth and sit with respect! You are before a man who is a descendant of the Sultan who is the son of a Sultan Abdulhamid al Sani bin Sultan Abdulmajeed ! And yes Abdulhameed because of whose letter States quit from its battle against muslims here in this very city! – kapa çeneni ve hürmetlice otur. Karşında Sultanlar Sultanı, Sultan oğlu Sultan, Abdulmecid oğlu Cennet Mekan Abdulhamid Han’ın torunu var! O Abdulhamid Han ki Amerika Birleşik Devletler ordusu Marawi şehrini ablukaya aldığında, (1906 senesinde) benim Dedem (Allawi Alonto) mücahidlerle Amerikan Garnizonundan ateşli toplarını ve mühimmatlarını kaçırmışlardı. Garnizon Kumandanı gerisin geriye topları istediğinde dedem biz başına buyruk barbar kavimlerden değiliz! Biz Osmanlı Hilafetine bağlıyız. Halife İstanbul’dan ne emrederse onu yaparız! demişti. Halife Abdulhamid Han ise Amerika Devlet Başkanına Sefaret yoluyla göndermiş olduğu telgrafta “Moro Müslümanları Osmanlı Teb’asıdır! Benim vatandaşlarımdır! Onlara açılmış bir harp umum Osmanlı Memalikine ilan-ı harptır. Hem tarihin hangi devresinde ganimetin gerisin geriye düşmana verildiği görülmüştür! Akıttığınız kanlara sayarsınız!” diye kükremiş ve Amerikanın ablukayı kaldırıp İligan şehrine çekilmesini sağlamıştı. İşte bugün siz burada islamiyeti konuşuyorsanız bu, bu konferans veren Türk gencinin bundan tam bir asır önce dedesi Abdulhamid’in bir telgrafının neticesidir! Siz ve sizin ideolojinizdeki insanlarla batı ne kadar uğraşırsa uğraşsın Abdulhamid’in ruhu bu gençlerle ihya olacak ve gelecek yakın bir zamanda müslümanlar ittihad edeceklerdir!”
2006 senesi Şubat ayı…
Ayağa kalkıp cevap veren şahıs : Ahmad Alonto. Anne tarafından Dedesinin Babasının ismi İsa Özal. Bir Türk! 1890’lı yıllarda Abdulhamid Han Açe’ye, Sumatra’ya, ve daha bir çok Uzakdoğu adalarına gemilerle fedai gençler göndermişti. Onlardan bir kısmı da Sulu Adasına gelmişlerdi. Bu Merhum Şehid İsa Özal da Zamboanga da şehid düşene kadar müslümanları sömürgeci İspanyol yönetimine karşı örgütlemişti. İsimsiz kahramanlardı bunlar. Fevkalade gizli ve neredeyse imkansız yollarla Pay-ı Tahtı terketmiş, bir daha dönmeyeceklerini bile bile dünya cenneti istanbul’a veda etmiş ve fani hayatlarını islam milletlerinin hürriyetine çalışmak gibi baki meyveler verecek bir davaya feda etmişlerdi.
Ahmed Alonto aynı zamanda bulunduğumuz üniversitenin bir önceki rektörü ve Moro davasının en mühim fikir önderlerinden Anayasa Profesörü Senatör Ahmad Domacao Alonto’nun da oğluydu.
Konferans çıkışı uzun ve çok tatlı bir sohbetimiz oldu Rektör beyle. Ve bu sohbet devam ederken bir Hanımefendi gelip bana “ Efendim ben Agahan Müzesi müdüresiyim. Müzemizde depoda bir Kur’an var. Fakat bu Kur’an’ın nereden geldiğine dair bir malumatımız yok, Arap misafirlerimiz de tam mana veremediler. Bakabilir misiniz?” Hep beraber müzenin deposuna geçtik. Tozlu raflardan büyükçe bir Kuran nüshası indi. Kitabın tozunu sildikten sonra en arka sahifesini açtım. Gözlerime inanamıyordum. Abdulhamid Han Hazretlerinin tuğrası ve Osmanlıca bir mektup. Dünya yüzünde matbaada basılan ilk Kur’an-ı Kerim! Halife’nin emriyle islam aleminin dört bir tarafına hediye olarak gönderilmiş. Hemen sure-i Yasin’i ve Fetih suresini okudum. Hem okuyor hem ağlıyordum. Hey koca Sultan! İstanbul nire Mindanao nire! Marawi nire! Senin ruhun şad olsun! Şu islam alemiyle kurduğun köprüleri yıkanların kendileri yıkılsın! Alem-i islam a sunduğun hayat suyunu kurutanların elleri kurusun! Senin mekanın cennet olsun ey Sultanım! İttihadı İslama darbe yapıp hilafeti lağvedenler de cehennemi boylasın! Hıçkırıklarla bebek gibi çökmüş ağlıyordum. Bu manzara karşısında müşfik bir Peder gibi Alonto Hoca yanıma geldi, omuzlarımı tuttu, başımı elleri arasına alıp, seksen senedir yollarınızı gözledik, hoşgeldiniz, gayrı bize gülmek kafire ağlamak, gayrı bize saadet kafire hasaret, gayrı bize izzet kafire zillet.. hicretin mübarek olsun! Hoşgeldin ey Naib-i Hilafet!
Evet bir asır sonra gurbette şahsımıza bu iltifat elbetteki şahsımıza değil necib milletimize ve milletimizin şahsında Şefkatlı Padişahımıza mütevakkıf idi.