Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı GÖKSU
Prof. Dr. Mustafa Öz bize hayatı ile ilgili kulaklara küpe olabilecek önemli kısımları şöyle anlatıyor:
Negatif sözler beni hayatımın hiçbir döneminde hedeflerimden şaşırtamadı.
Parasızlıktan beş yıl Türkiye’ye dönemedim.
(Eşi Suna) Türkiye’den geldiğinde yemek yapmayı hiç bilmiyordu. O, Erenköy’deki büyük köşkte büyütülmüştü, evlerinde elli kişi çalışırmış… Amerika’da pilav yapmayı ona ilk ben öğrettim.
Vakıf ve eyalet hastanesi talebelerin en iyi öğrenme yeriydi.
Ameliyat ettiğim hastaların hepsinin kimliğini kendim kontrol ettim. Hastayı uyutmadan dosyasına ve kolundaki yazılara bakıp kimliğini onaylamayı adet edindim. O günden beri de yüzde yüz ikna olmadan hastaya dokunmam.
Eğitici olmak insanı zinde, genç tutar ve kendinle barışık olursun.
Cleveland’da iltimas olabilir diye yaşadığım yerde imtihana girmeme izin verilmiyordu. Sınava girecek namzetlere hep imtihan yeri olarak uzak noktalar gösterirlerdi. Bana Philadelphia verildi.
Hayat aslında yalnızca üç günden ibaret. Birisi dündü ve o geçti gitti. Geçmiş zaman geriye gelmiyor. Yarın ise ne olacağını kimse bilmiyor. Meçhul yarınlar üzerine bir şey kurulamaz. Dolayısıyla o üç günden geriye bir tek bugün kalıyor. Hiç olmazsa bugünü kaçırmadan yaşamaya çalışmak gerekir. İnsan ne iş yaparsa yapsın, ne kadar yoğun olursa olsu, mutlaka kendine zaman ayırmalıdır.
Kardeşler arasında bile her şey güllük gülistanlık olmaz. Hayatın da yazı, kışı, sonbaharı vardır.
Herkes profesör ve başkan olabilir; önemli olan, arkadaşların ve ailen tarafından sevilmektir. Eline, diline, beline hakim olmak gerekir.
Cleveland’ın kanalizasyon döşemelerini yapan Neyten Slobady ve eşi Ruth bize neredeyse ana babalık yaptılar. İlk gittiğimiz yer olan Cleveland’da tanıştık. Sonra hanımla evlendiğim dönemde ailem gibi destek oldular, balayı için cebime harçlık bile koydular. Suna geldikten sonra bize kendilerine yakın bir yerde ev tuttular, parasını onlar verdi. Slobadyler Miami’ye giderken bile beni düşünmeyi sürdürdüler.
Hayatta en çok sevdiğim şey misafir ağırlamaktır. Ben dostluklara zaman ayrılması gerektiğini düşünürüm; bu nedenle evimin kapılarını hep dostlar için açık tutarım.
Bu yaşımda dahi ofisimde daima ikram edilmek üzere, incir, kayısı, kuru üzüm, ceviz içi, fındık fıstık, ceviz sucuğu vardır. Her gelene teklif ederim. Bunun dışında da daima çay, kahve kaynar.
Her gittiğim yerde otelde kalmayı tercih ederim. New York’ta bile Mehmet’in evinin misafirhanesi var; ama otelde kalırım. Daha rahat ederim, kimse geç kalktığımla, erken kalktığımla ilgilensin istemem.
Babam çok disiplinliydi. Onun hayatında çok çalışmak dışında başka her şey havaydı.(Prof. Dr. Mehmet Öz’ün New Yorker’da çıkan yazıdından babası ile ile ilgili yorumu.)
Üniversitedeyken Bayezit’teki kütüphaneyi ben açardım.
Hedefin yoksa o hedefe ulaşmanın yollarını bilemezsin.
Hala sabahları yatağımda güneş yüzü görmem. 06:00’da kalkarım. İlk yaptığım iş, bir saat okumadır. Mesleğimle ya da dünyayla alakalı okurum.
Dizileri hayatım boyunca seyretmedim, ama haberleri kaçırmam.
Bazı yıllar kazandığım paranın çoğunu da ailece ülkeye gelebilmek için uçak ve otel paralarına harcadım.
Amerikalı ile evlenen arkadaşlarımın hepsi orada kaldı.
Siyah granitten mezar taşımı da yaptırdım. Hatta hızımı alamayıp üzerine ismimi de yazdırdım. On yıldır mezar taşım Zincirlikuyu’da öyle durur. Arada bir gidip bakarım.
Çarşı ekmeğini helva gibi yufkanın içine sarıp yemiş bir çocuktum.
Bir keresinde hükümet tabibiyken bir hastanın bağırsağından 60 metrelik şerit çıkarttığımı bilirim.
Ameliyathaneler en mutlu olduğum yerlerdir.
Bir hasta benim ofisime, benim fikrimi almak için geldiyse ben bu hastaya kırk beş dakika ila bir saat harcarım. Hasta benim ofisimin kapısından çıktığında onun sorulmadık sorusu ve benim verilmedik cevabım kalmadığından emin olmalıyım.
(Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Öz (Yazarı: Esra Tüzün)- Turkuvaz Kitap Ekim-2013 İstanbul.)