وَمِنَ اللّٰهِ التَّوْفٖيقِ لِأَقْوَمِ الطَّرٖيقِ
Onuncu Risale
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ
İ’lem eyyühe’l-aziz! Görüyoruz ki Sâni’-i Hakîm, kemal-i hikmetiyle pek âdi şeylerden pek hârika mu’cize-i mensucat yapıyor. Ve keza abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere bir ferdi envaen vazifeler ile tavzif ediyor. Hattâ insanın başında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî bir şeyin bulunması icab etseydi, bir başın Cebel-i Tûr büyüklüğünde olması lâzım gelirdi ki ashab-ı vezaife yer olsun.
Ve keza lisan sair vezaifiyle beraber erzak hazinesine ve kudretin matbahında pişirilen bütün taamlara müfettiştir. Ve bütün taamların tatlarını yakîn eden, bilen bir ehl-i vukuftur.
İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılıyor ki zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyaleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyle ise bu fâni dünyada mevt, fena, devair-i gaybiyede safi bir bekaya intikal ederek bâki kalır.
Evet, rivayetlerde vardır ki insanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile avdet ederler.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Görüyoruz ki Sâni’-i Hakîm’in, efrad ve cüz’iyatın tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardır. Evet, hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük fertleri vardır. Cenab-ı Hakk’ın şu tefennünde takip ettiği hikmet:
1- Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.
2- Kudret mektupları okunup fehmetmekte bir kolaylıktır.
3- Kudretin kemalini izhar etmektir.
4- Celalî ve cemalî her iki nevi sanatı ibraz etmektir.
Maahâzâ pek ince yazıları herkes okuyamaz ve pek büyük şeyler de nazar-ı ihataya alınamaz. İşte irşadı teshil ve tamim için bir kısmını küçük harfler ile bir kısmını da büyük harflerle yazmakla irşadın iktizası yerine getirilmiştir.
Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emmare, cismin küçüklüğünü sanatın küçüklüğüne atfetmekle, esbabdan sudûrunu tecviz ediyor. Ve pek büyük cisimler dahi hikmet ile yaratılmamış iddiasında bulunarak bir nevi abesiyete isnad ediyor.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Gerek cûdda gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardır. Bu ise hikmetten uzak, abesiyete yakın görünür. Evet, eğer yaratılan şey bir gaye için yaratılıyorsa hakkın var amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh bir gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın sanatıyla Hâlık’ın sanatı arasındaki fark: İnsan kendi sanatının arkasında görünebilir amma Hâlık’ın masnuu arkasında yetmiş bin perde vardır. Fakat Hâlık’ın bütün masnuatı def’aten bir nazarda görünebilirse siyah perdeler ortadan kalkar, nuraniler kalır.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Hayvanattan olsun nebatattan olsun tevellüd ile tenasül şümulüne dâhil olan her fert, vech-i arzı istila ve tasallut etmek niyetindedir ki arzı kendisine ve zürriyetine has ve hâlis bir mescid yapmakla Fâtır-ı Hakîm’in esma-i hüsnasını izhar ile Hâlık’ına gayr-ı mütenahî bir ibadette bulunsun.
Evet kuşların, balıkların, karıncaların yumurtalarında, eşcar ve sebzevatın semeratında ve o semeratın tohumlarındaki ifrat derecesini bulan kesret o vaziyeti tenvir eder. Lâkin âlem-i şehadetin darlığına ve müstakbel ibadetlerin Allâmü’l-guyub’un ilminde mevcud olduğuna binaen, niyetten fiile henüz çıkmayan onların ibadetleri kabul edilmiştir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’an-ı Kerîm, bazen bir şeyin müteaddid gayelerinden insanlara ait bir gayeyi zikre tahsis eder. Bu, ihtar içindir, inhisar için değildir. Yani o şeyin gayeleri, zikredilen gayeye münhasır değildir. Ancak o şeyin nizam ve intizam ve sair faydalarına insanın nazar-ı dikkatini celbetmek için insanlara râci o faydayı zikrediyor.
Mesela وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ ۞ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنٖينَ وَالْحِسَابَ âyet-i kerîme ile zikredilen fayda, takdir-i kamerin binlerce faydalarından biridir. Yoksa takdir-i kamer bu faydaya münhasır değildir. Yani kamer, yalnız bu gaye için değildir. Bu gaye onun gayelerinden biridir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hakk’a mahsus taklidi mümkün olmayan en bâhir tevhid sikke ve mühürlerinden biri, gayr-ı ma’dud muhtelif eşyayı basit bir şeyden halk etmektir. Evet, pek basit olan şu topraktan binlerce enva, muhtelif nebatat, gayr-ı mütenahî bir kudret ile bir ilim ile pek büyük bir itkan, bir suhuletle yaratılmakta olduğu tevhidin öyle bir bürhanıdır ki hem taklidi hem tenkidi imkân haricidir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Hayat-ı insaniyenin vezaifinden biri de kendi cüz’î sıfatlarını, şuunatını, Hâlık’ın küllî sıfatlarını, şuunatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır. Amma âlem-i âhirette haşirdeki şuunat-ı azîmesini ve kıyamette emvatın ihyasıyla ahval-i umumiyesini fehmetmek için ancak güz mevsiminin kıyametiyle baharların haşri, haşir ve kıyamet-i kübrada Hâlık’ın şuunatına mikyas olabilir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakk’ın helâl ettiği tayyibat dairesinden haram ettiği habîsat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:
Parçalayıcı arslan ile ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihate çıkıyor.
Esna-yı irşadda bir adama rast gelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilaç vardır. Ve lisanıyla kalbinde iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifayâb olur. Ve o arslan, ata inkılab eder; burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da daima teceddüd etmekte olan ahval-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeye âlet ve vasıta olur.
O sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor: “Yahu nedir o ilaçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at, keyfine bak.”
Adamcağız: “Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden def’ol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünkü حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ ۞ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصٖيرُ bana yeter.”
Kaynak: Risale-i Nur