393– وعن أبي مَعْبدٍ المقْدَادِ بنِ الأَسْوَدِ ، رضي اللَّه عنه ، قال : قلت لرِسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : أَرَأَيْتَ
إِنْ لَقيتُ رَجُلاً مِنَ لكُفَّارِ ، فَاقْتَتَلْنَا ، فَضَرَبَ إِحْدَى يَدَيَّ بِالسَّيْفِ ، فَقَطَعهَا ثُمَّ لاذَ مِنِّي بِشَجَرَةٍ ، فقال : أَسْلَمْتُ للَّهِ ، أَأَقْتُلُهُ يا رسولَ اللَّه بَعْدَ أَنْ قَالَها ؟ فَقَالَ : « لا تَقْتُلْهُ » ، فَقُلْتُ يا رسُولَ اللَّهِ قطعَ إِحدَى يَدَيَّ ، ثُمَّ قال ذلكَ بَعْدَما قَطعَها ؟ فقال : « لا تَقْتُلْهُ ، فِإِنْ قَتَلْتَهُ ، فَإِنَّهُ بِمنَزِلَتِكَ قَبْلَ أنْ تَقْتُلَهُ . وَإِنَّكَ بِمَنْزِلَتِهِ قَبْلَ أَنْ يَقُولَ كَلِمَتَهُ التي قال» متفقٌ عليه.
ومعنى « إِنَّهُ بِمَنْزِلَتِك » أَيْ : مَعْصُومُ الدَّمِ مَحْكُومٌ بِإِسْلامِهِ ، ومعنى « إنَّكَ بِمَنْزِلَته » أَيْ : مُبَاحُ الدَّمِ بِالْقِصَاص لِوَرَثَتِهِ ، لا أَنَّهُ بِمَنْزِلَتِهِ في الْكُفْرِ ، واللَّه أعلم .
- Ebû Ma’bed Mikdâd İbni Esved radıyallahu anh şöyle demiştir:
– Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e dedim ki :
– Kâfirlerden bir adamla karşılaşsam ve onunla vuruşsak, o benim ellerimden birini kılıçla vurup koparsa, sonra da benim elimden kurtulmak için bir ağacın arkasına sığınsa ve:
– Ben, Allah için müslüman oldum, dese, onu böyle dedikten sonra öldürebilir miyim, yâ Resûlallah! Ne dersin?
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Sakın onu öldürme” buyurdu. Ben :
– Ey Allah’ın Resûlü! Adam benim iki elimden birini kopardı, ondan sonra bu sözü söyledi, dedim. Bunun üzerine :
– “Sakın öldürme, eğer onu öldürürsen, o, senin kendisini öldürmezden önceki durumundadır. Sen ise, onun o sözü söylemeden önceki durumuna düşersin” buyurdu.
Buhârî, Meğâzî 12; Müslim, Îmân 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Cihâd 95
Mikdâd İbni Esved
Sahâbe-i kirâmın önde gelenlerinden ve ilk müslümanlardandır. Mikdâd İbni Amr diye de anılır. Künyesi Ebû Ma’bed’dir. Mekke’de müslümanlığını açıkça ortaya koyan ilk yedi sahâbîden biri idi. Habeşistan’a hicret eden sahâbîler arasında yer aldı. Sonra Mekke’ye döndü.
Mikdâd, Bedir ve Uhud başta olmak üzere, Hz. Peygamber’in bütün gazvelerinde bulundu. Özellikle Uhud’da pek çok yararlıklar gösterdi. Hz. Peygamber, Bedir Savaşı’na çıkmadan önce ashâb ile bu konuda istişâre ettiği zaman her biri kararı iyi bulduğunu belirtmişti. Sıra Mikdâd’a gelince, şunları söyledi :
– Yâ Resûlallah! Ne ile emrolunduysan onu yap, biz seninle beraberiz. Allah’a yemin ederim ki, biz sana İsrâil oğullarının Mûsâ aleyhisselâm’a dediği gibi demeyiz. Onlar Mûsâ’ya : “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz” [Mâide sûresi (5), 24] demişlerdi. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemîn ederim ki, şayet sen bizi Birkü’l-Gımâd’a kadar yürütsen, seninle birlikte olduktan sonra daha fazla güçlüğe de dayanırız.
Mikdâd’ın bu samimi sözleri üzerine Allah Resûlü ondan memnun kaldı ve kendisine dua etti.
Bedir Savaşı’na katılanlar arasında sadece onun atı vardı.
Peygamber Efendimiz bir gün:
– “Azîz ve Celîl olan Allah, bana dört kişiyi sevmemi emretti ve onları kendisinin de sevdiğini bildirdi” buyurunca ashâb-ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Onların isimlerini bize de söylesen, dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz:
“Onlardan biri Ali’dir (bu sözü üç defa tekrarladı), diğerleri Ebû Zer, Mikdâd ve Selmân” buyurdular.
Mikdâd İbni Esved, Mısır fethinde bulundu. Sahâbe hayatını konu edinen eserlerde onunla ilgili pek çok menkıbe vardır. Mikdâd’dan rivayet edilen hadis sayısı 42’dir.
Mikdâd İbni Esved, Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında, hicrî 43 yılında, 70 yaşında, Medîne’de vefat etti. Cenaze namazını da Hz. Osman kıldırdı.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
Sahâbe-i kirâm, Resûl-i Ekrem Efendimiz’e bazan olmuş bir olay bazan da olabilecek bir mesele hakkında soru sorarlardı. Bu hadiste Mikdâd, olmasını muhtemel gördüğü bir meseleyi sorunca Peygamber Efendimiz de ona, dolayısıyla bütün ashâba ve ümmete cevap vermiş oldu.
Peygamberimiz’in olmamış bir olayı soranlara cevap vermediği ve vuku bulmamış bir şeyin sorulmasını istemediği de olurdu. Bu sebeple İmâm Mâlik ve seleften bazı âlimlerimiz, henüz vuku bulmayan ve var olmayan bir şeyin hükmünü sormayı hoş görmezlerdi. Fakat ulemânın büyük çoğunluğu henüz olmamış bir şeyin hükmünün sorulmasını ve buna cevap vermeyi câiz görmüşlerdir. Özellikle Hanefî mezhebi bu konuya çok olumlu bakmış ve henüz ortada olmayan meselelere çözümler aramış, aklen muhal sayılmayan her hususu gündemine alıp, o konu etrafında düşünce ve tasarımlar geliştirerek seçkin bir mevkiye kavuşmuştur.
Kâfirlerden biri harp sırasında bir müslümanı cephede şehid etse veya elini, kolunu yahut herhangi bir uzvunu koparsa, sonra da kelime-i şehâdet getirse veya burada olduğu gibi “müslüman oldum” dese, artık onunla savaşmaktan ve onu öldürmekten vazgeçilir. Çünkü İslâm’ı kabul eden bir kimse ile harbetmek haramdır. O kimsenin bu sözü canını kurtarmak için söylediği gibi bir düşünce ile hareket edilmez, zâhire göre hükmedilir. Böyle birini öldüren müslüman günaha girmiş olur. Hadis ve fıkıh âlimi Hattâbî, “müslüman oldum” demezden önce kâfirin kanını dökmek ve onu öldürmek helâldir, ama bu sözü söyledikten sonra, o kimse müslüman sayılır ve öldürülmesi haram olur; onu öldüren müslümanın da kısas yoluyla kanı helâl olur, diyerek olayın ciddiyetini ve önemini ortaya koyar.
Hz. Peygamber, Hâlid İbni Velîd’i, Necîd taraflarında yaşayan bir kabîle olan Benî Cüzeyme’ye göndermişti. Hâlid onları İslâm’a dâvet ettiğinde Benî Cüzeyme halkı kelime-i şehâdeti söyleyemediler. İslâm’ı kabul ettiklerini de doğru dürüst anlatamadılar; ancak bu anlamda olmak üzere “dinimizi değiştirdik” diyebildiler. Bu sözle müslüman olduklarını anlatmak istediler. Hâlid İbni Velîd ise onların bu sözlerini kabul etmeyerek kendileriyle savaştı ve onlardan bir kısmını öldürdü. Fakat sahâbîler kendilerine esir olarak verilen kişileri öldürmediler. Daha sonra durum Peygamber Efendimiz’e haber verilince, Efendimiz çok üzüldü ve iki elini açarak Allah’a şöyle yalvardı :
“Allahım! Hâlid’in yaptığından sana sığınırım!” Bu sözünü iki defa tekrarladı (Buhârî, Ahkâm 35 Meğâzî 58).
Müslüman olduğunu söyleyen kimseyi öldürenin, onun bu sözü söylemezden önceki durumunda olacağı yönündeki peygamber tehdidi, o kimsenin kâfir olduğu anlamında olmayıp, kısas yoluyla kanının helâl olacağı anlamındadır. Bir müslümanın, his ve heyecanına kapılarak böyle bir yola sapmaması için, Peygamber Efendimiz durumu bu çarpıcı ifadelerle açıklamıştır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Bir kimse, herhangi bir şekilde İslâm’ı kabul ettiğini ifade ederse, onunla savaşılmaz ve artık onun kanını dökmek haram olur.
- Böyle bir kimseyi bilerek öldürene kısas uygulanır. Şayet bilmeyerek veya canını kurtarmak için böyle davrandığını zannederek öldürmüşse, öldürülenin diyetinin ödenmesi gerekir.
- Henüz vuku bulmamış bir olayın hükmünün sorulması ve buna cevap verilmesi câizdir.
- Hüküm zâhire göre verilir, niyetler ve düşünceler araştırılmaz.
Kaynak: Riyâzü’s Sâlihin