Nurdanhaber – Mehmet Nuri TURAN
Cihâdın hedefi ve gayesi
Cihâd’ın temel amacı İslamın özgürce tebliğine ve insanların kabul etmesine engel olan yönetimleri ve sistemleri bertaraf etmektir. Bunu ya bizzat savaşarak yapar, yada kuşatma uygulayarak teslime zorlar, tıpkı Mekke ve Küdüs’te olduğu gibi, veya onlara vergi koyarak yada ekonomik ambargo uygulayarak güçlerini toparlayıp karşı saldırıya geçmelerini önleyerek yapar. Yoksa insanları zorla Müslüman yapmak değil. Zaten böyle bir şey mümkünde değil.
Bedîüzzamân Saîd Nursî Hazretleri insanların zorla Müslüman olmalarının mümkün olmadığını şöyle ifade etmektedir:
“İşte bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inâdçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşîyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile techîz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstâd eyledi. Bak! Değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, rûhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshîr ediyor. Mahbûb-i kulûb, muallim-i ukúl, mürebbi-i nüfûs, sultân-ı ervâh oldu.
Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Hâlbuki, bak bu zât, büyük ve çok âdetleri; hem inâdçı, mutaassıb büyük kavimlerden, zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamânda ref’edip yerlerine öyle secâyâ-yı âliyyeyi ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sâbit olarak vaz’ ve tesbît eyliyor. Bunun gibi daha pek çok hârika icrâatı yapıyor. İşte şu Asr-ı Saâdeti görmeyenlere, Cezîretü’l-Arab’ı gözlerine sokuyoruz. Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. O Zâtın, o zamânâ nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acabâ yapabilirler mi?” (Sözler 245-246)
Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi sigara gibi basit bir alışkanlık bile otoriter bir yöneticinin yasaklamasıyla belki terkedilebilinir. Fakat tarihe baktığımız zaman Osmanlı Sultanı 4. Murad sigarayı yasaklamış ve yasağa uymayanlara şiddetli cezalar vermiş, hatta el kesmeden idama kadar muhtelif cezalar uygulamış ama tam bir başarı sağlamamış. Buda gösteriyorki zor kullanarak bir inancı veya fikri yerleştirmek mümkün değil. O zaman bu kadar insan nasıl Müslüman oldu öncelikle Peygamberimiz gönüllere hitap etti. İnsanların, insanlara veya put gibi cansız varlıklara tapmalarının yanlışlığını anlattı ve insanlara adil davranarak gönüllerini fethetti.
İslam devleti gayri Müslimlerin İslamiyeti kabul etmesi için çeşitli teşvik edici uygulamalar yapar. Mesela Müslüman olan birisi artık vergi vermez ve Müslümanlarla eşit haklara kavuşur. Ayrıca İslam hukukunda zekat verilecek sekiz sınıf içinde Müellef-i Kulup (yeni Müslüman olmuş, veya İslamı araştıranlar) diye bir sınıf var. Bu sınıfa zekat fonundan yardım yapılır. Bundan maksat insanları Müslüman olmaya teşvik etmek ve onların din değiştirmekten dolayı ekonomik kayba uğramalarını önlemek. Ayrıca belgelerden anlaşıldığına göre Osmanlı devleti Müslüman olan herkese maaş bağlardı.
Hazret-i Peygamber’in insanları İslama davete başladığı dönemde ilk önce savaş meşru değildi. Hatta savaşın meşru olmasından eser yok iken, kendisine îmân edenler pek çoktu. Bu gerçek, siyer (Peygamberimizin hayatı ve icraatlarını araştıran ilim dalı) ve târih kitâblarına başvurularak herkesçe bilinebilir. Şöyle ki:
Daha henüz hiçbir savaş yokken Medin’enin tamamı ve çevre aşiretlerden bir çok kimse Müslüman olmuştu. Örneğin İslâmın ilk zamânlarında Ebû Zerr el-Gıfârî, kardeşi Üneys ve anneleri İslâm dînini kabûl ettiler ve bunlar kabîlelerine döndüklerinde Hazret-i Ebû Zerr’in da’veti üzerine Gıfar kabîlesinin hemen hemen yarısı bu da’veti kabûl ederek derhal Müslümân oldular.
Yine Peygamberliğin 7. yılında, ya’nî Hicret’ten 6 yıl önce ashâbdan 83’ü erkek ve l8’i kadın olarak 101 kişi, müşriklerin eziyyetleri yüzünden Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Hâlbuki, o sırada Mekke’de de Müslümânlardan çok kimseler vardı. Necrân Hıristiyanlarından da 20 kadarı bu sırada İslâmiyyeti kabûl etmişlerdir.
Yine dışardan Dımad el-Ezdî adındaki zât, peygamberliğin 10. yılında, yine Hicret’ten önce kavmi arasında şeref, şan ve söz sâhibi olan Tufeyl b. Amr ed-Devsî İslâm dînini kabûl etmişlerdir. Tufeyl b. Amr’in kabîlesine dönüp dîne da’vet etmesi üzerine anne ve babası da Müslümân oldular. Hicret’ten önce Mus’ab b. Umeyr’in vaaz ve nasîhatiyle Medîne’de Eşhel oğulları kabîlesi İslâmiyyeti kabûl ettiler. Hattâ, bu kabîlenin erkek ve kadınları, hemen bir günde Müslümân oldular.
Hazret-i Peygamber (sav) Medîne’ye hicret ettiği sırada; Büreyde (ra), kavmi olan Eslem kabîlesinden 70 kadar adamla berâber gelip isteyerek İslâm dînine girdiler. Habeşistan Necâşîsi ESHAME’de Hicret’ten önce peygamberliği ve Müslümânlığı kabûl etmiştir. (Necâşî’nin gönderdiği 70 kadar papaz da îmân edip Peygamber (ASM) tâbi’ oldular.) Yine Hicret’ten önce Şam’dan gelen Ebû Hind ile Temîm ve Nuaym adlı zâtlar, dört arkadaşlarıyla berâber Müslümân oldular. Bu çeşitten daha pek çok kimseler, kendi vicdânlarının isteğiyle gelip Müslümân oluyorlardı.
Bazı İslam düşmanları İslam’ın çelişkiye düştüğünü çünkü bir tarfta ‘Dînde zorlama yoktur’ âyeti olduğu halde İslamın kılıçla yayıldığını iddia ediyorlar. Yukarıda anlatıldığı gibi bu din cebir ve şiddle kabul görmemiş bilakis adaletle ve günüllere hitap ederek kabul görmüş. Fakat bu iddia sahiplerine cevap veren bazı Müslümanlar bilerek yada bilmeyerek cihâd’ın bittiğini ve artık sadece ilmi cihâdın var olduğunu iddia ederler. Bu çok yanlış bir söylemdir Müslümanların cihâd ruhuna zarar veriyor. Söylenmesi gereken cihâd âyet ve hadisle sabittir, şarlar gerektirdiğinde cihâda karar vermek ve uygulamak devlete aittir.
Çünkü İslâm; Müslümânların karşı karşıya bulundukları eziyyet ve fitneleri bertaraf etmek için cihâd eder. Böylece Müslümânların can, mal ve akíde emniyyetini sağlar. Ayrıca İslâm, akíde hürriyyetini te’mîn ettikten sonra,da’vet hürriyyetini yerleştirmek için cihâd etmiştir. İslâm, varlık ve hayât mevzûunda en mükemmel mefkûre ve hayâtın tekâmülü için en ileri nizâmı getiren bir dîndir. İslâm bu serapâ hayır olan düstûrunu, bütün beşeriyyeti hidâyete götürmek ve insânların gönüllerine ve kalbIerine kadar ulaştırmak için getirmiştir. İslâmî hakíkatlar beyân edilip teblîğ edildikten sonra dileyen îmân eder, dileyen inkâr eder… Ve dînde zorlama yoktur…
Ayrıca İslâm, yeryüzünde kendi nizâmını yerleştirmek, onu hâkim kılıp muhâfaza etmek için cihâda girişir. İnsânın, kardeşi olan insâna karşı hürriyyetini tahakkuk ettiren yegâne nizâm İslâmdır… “Elbette İslâm’ın bir nizâmı olacaktır. Elbette bu nizâmın bir kuvveti bulunacaktır. O takdîrde elbette İslâm’ın cihâd mefkûresi de káim olacaktır. Bunlar olmadan, gáyet tabiî ki ne İslâm nizâmı, ne de İslâmî bir hayât mümkün olabilir…
Gelecek makalemiz Cihâdın farzıyyeti hususu olacak inşallah.
Selam ve du’a ile Allah’a emanet olun.