Zaferlerde Allah’ın yardım ve inâyeti görülmeyecek olursa, liderleri şımarıklığa götürebilir. Bu ise hem lider ve hem de temsil ettiği topluluk hakkında, çöküşün ve mağlûbiyetin başlangıcı olabilir. Böyle zamanlarda tevâzuya bürünmek, Hakk’a karşı bir edeptir.
Efendimiz’in Mekke-i Mükerreme’ye girişi en büyük tevâzû örneklerindendir. Siyer kaynaklarımız bu hâli şöyle tasvir ederler:
“Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’yi fethe giden ordunun başında, devesinin üzerinde Yüce Allâh’a karşı başını önüne o derece tevâzû ile eğmişti ki, sakalının uçları neredeyse devenin semerine değmekte ve:
“Ey Allâh’ım! Hayat ancak âhiret hayâtıdır!” diye dua etmekte idi.”[1]
ZAFERDE TEVAZU GÖSTERMEK
Zaferlerde Allah’ın yardım ve inâyeti görülmeyecek olursa, liderleri şımarıklığa götürebilir. Bu ise hem lider ve hem de temsil ettiği topluluk hakkında, çöküşün ve mağlûbiyetin başlangıcı olabilir. Böyle zamanlarda tevâzuya bürünmek, Hakk’a karşı bir edeptir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)’nün her söz ve davranışı hiç şüphesiz en güzel örnektir. Hayatını ve davranışlarını bu mizana (ölçüye) göre düzenleyenler bir şekilde ilâhî rahmete nail olurlar.
Şu âyet-i kerimeler, zafer zamanında gösterilecek ilâhî edebe işâret eder:
“Allah’ın yardımı, zafer ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr 110/1-3)
Zillete düşmeyen bir tevâzu herkeste güzeldir; ancak iktidar sahiplerine daha çok yakışır. Bu konuyla ilgili aşağıda zikredilen şu misaller de gerçekten lider davranışlardır:
TEVÂZU İKTİDAR SAHİPLERİNE DAHA ÇOK YAKIŞIR
“Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh), hilâfete geçince, önceki hayatına nazaran daha mütevâzı bir hâle bürünmüştü. Halîfe olmadan önce çevresindeki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı.
Halife olduktan sonra komşuları, artık onun koyunlarını sağamayacağını konuşmaya başlamışlardı. Ancak değişen bir şey olmadı. Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) yine geldi ve yetimlerin koyunlarını sağmaya devam etti.”[2]
ZAFERLER BAZEN FATİHLERİ NEFİSLERİNİN MAĞLUBU HALİNE GETİRİR
“Barbaros Hayreddîn Paşa, Andrea Dorya’yı Preveze’de perîşân bir hâlde mağlûb eder. Andrea Dorya, donanmasını bırakıp kaçmak suretiyle canını zor kurtarır.
Barbaros, direkleri yatırılmış düşman kadırgalarını ve içinde on binlerce esiri önüne katarak Sarayburnu’ndan Haliç’e girmektedir. Denizin üstü, içleri esir dolu düşman kadırgalarıyla doludur.
Kanûnî, vezirler ve paşalar bu muhteşem manzarayı, Sarayburnu’nda artık mevcûd olmayan bir sâhil sarayının önünden seyretmektedirler. Paşalardan biri heyecanla:
“Sultanım, dünyâ böyle bir manzarayı acabâ kaç kere seyretti? Sizler ne kadar fahretseniz (övünseniz) azdır!” der.
Ulu hakan Kanûnî ise cevaben:
“Paşa! Bize; fahretmek mi, yoksa bu muzafferiyetleri bahşeden yüce Rabbimize hamd ile şükretmek mi düşer?” der.”[3]
İLTİFAT VE TEVECCÜHE YENİLMEMEK ZOR İŞTİR
“Mısır fethi sonrası Yavuz ve askerleri, İstanbul’a dönüşte Üsküdar’a gündüz vâsıl olmuşlardı. Yavuz, İstanbul halkının, kendisine büyük bir tezâhürât yapacağını haber aldığından lalası Hasan Can’a:
“Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, zafer takları ve iltifâtları bizi nefsimize mağrûr edip yere sermesin!” dedi.”[4]
MUKTEDİRKEN HADDİNİ BİLMEK BÜYÜKLÜKTÜR
“İspanya topraklarında çok az bir kuvvetle Kral Rodrik’i büyük bir hezimete uğrattıktan sonra Tuleytula’yı ele geçiren Tarık bin Ziyad, elde ettiği muazzam ganimetlerin hiçbirine elini sürmeden, Emevi Devleti’nin Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr’a gönderir.
Beldelerin fâtihi olduğu kadar iç âlemini de fethetmiş gerçek bir kahraman (zülcenaheyn) olan Ziyad’ın, kralın sarayına girdiğinde hâzinelerinin üzerine ayağını koyup:
“Tarık, sen dün tasmalı bir köleydin. Bugün muzaffer bir kumandansın ama dikkat et, yarın toprağın altına göçüp hesap vereceksin.” diyerek nefsine yönelik çok hikmetli bir muhasebede bulunması, onun aynı zamanda bir gönül eri olduğunun da apaçık bir nişanıdır.”[5]