Bismillahirrahmanirrahim
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın envâ-ı mu’cizâtından birisi de, ağaçların insanlar gibi emrini dinlemeleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir ki, şu mucize-i şeceriye, mübarek parmaklarından suyun akması gibi, mânen mütevatirdir. Müteaddit suretleri var ve çok tariklerle gelmiştir.
… Şimdi, o mucize-i kübrânın, tekerrür ettiği halde, birkaç sahih suretlerini birkaç misalle beyan edeceğiz.
….Dördüncü Misal: Nakl-i sahihle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın cesur kumandanlarından ve hizmetkârlarından olan Üsâme bin Zeyd der ki:
Bir seferde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Kaza-yı hacet için, hâli, settareli bir yer bulunmuyordu. Ferman etti ki:
“Ağaç veya taş gibi bir şeyler görüyor musun?”
Dedim: “Evet, var.” Emretti ve dedi:
Yani, “Ağaçlara de ki: ‘Resulullahın haceti için birleşiniz.’ Ve taşlara da de: ‘Duvar gibi toplanınız.'” Ben gittim, söyledim. Kasem ediyorum ki, ağaçlar birleştiler ve taşlar duvar oldular. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hacetinden sonra yine emretti:
“Onlara söyle, ayrılsınlar.”
Benim nefsim kabza-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâle kasem ederim, ağaçlar ve taşlar ayrılıp yerlerine gittiler.
Şu, Hazret-i Câbir ve Üsâme’nin beyan ettiği iki hadiseyi, aynen Ya’le ibni Murre ve Gaylan ibni Selemeti’s-Sakafî ve Hazret-i İbni Mes’ud, gazve-i Huneyn’de aynen haber veriyorlar.
Beşinci Misal: İmam-ı İbni Fevrek ki, kemâl-i içtihad ve fazlından kinaye olarak “Şâfiî-yi Sânî” ünvanını alan allâme-i asır, kati haber veriyor ki:
Gazve-i Taif’te, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gece at üstünde giderken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç ona yol verip atını incitmemek için iki şak oldu; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayvan ile içinden geçti. Tâ zamanımıza kadar o ağaç iki ayak üstünde, muhterem bir vaziyette kaldı.
Altıncı Misal: Hazret-i Ya’le, tarikinde nakl-i sahihle haber veriyor ki:
Bir seferde, “talha” veya “semure” denilen bir ağaç geldi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın etrafında tavaf eder gibi döndü, sonra yine yerine gitti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki:
Yani, “O ağaç Cenâb-ı Haktan istedi ki, bana selâm etsin.”
Yedinci Misal: Muhaddisler, nakl-i sahihle İbni Mesud’dan beyan ediyorlar ki:
İbni Mes’ud dedi: Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnîleri ihtidâ için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnîlerin geldiklerini haber verdi.
Hem İmam-ı Mücahid, o hadiste İbni Mes’ud’dan nakleder ki: O cinnîler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti.
İşte, cin taifesine birtek mucize kâfi geldi. Acaba bu mucize gibi bin mu’cizât işiten bir insan imana gelmezse, cinnîlerin “Bizim şeytanlarımız ise Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyorlar.” (Cin Sûresi: 72:4.) tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı? (Mektubat, 19. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂLLÂME-İ ASIR : Asrın en büyük âlimi.
ECİNNİ : Cinler.
ENVÂ-I MU’CİZÂT : Pekçok, çeşitli, muhtelif mu’cizeler.
FAZL : Lütuf, bağış, ihsan, karşılıksız iyilik; bereket, bolluk.
FERMÂN : Emir, buyruk, tebliğ.
GAZVE : Savaş, harb, çarpışma.
GAZVE-İ HUNEYN : Huneyn Savaşı.
GAZVE-İ TAİF : Taif Savaşı.
HÂCET : İhtiyaç.
HADÎS : Peygamberimizin (a.s.m) sözü, emri, hâl ve hareketini anlatan söz veya yazı.
HALİ : Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama.
İHTİDÂ : Hidâyete erme, doğru yola girme.
KABZA-İ KUDRET : Kudret eli.
KASEM : Yemin.
KAZÂ-İ HÂCET : İhtiyaç gidermek; büyük abdest bozmak.
KEMÂL-İ İÇTİHAD : İçtihadının makbûllüğü, mükemmelliği.
KİNÂYE : Dolayısıyla dokunaklı söz, maksadı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtü dokunaklı söz, açıktan olmayıp hakîkî mânâyı başka ifâde ile dokunaklı konuşmak.
MEVKÎ : Yer, bir şeyin bulunduğu veya meydana geldiği yer.
MU’CİZÂT : Mu’cizeler. İnsanı aciz bırakan olaylar, hâdiseler.
MU’CİZE : Benzerini yapmaktan insanların âciz kaldığı şey.
MU’CİZE-İ KÜBRÂ : En büyük mu’cize.
MU’CİZE-İ ŞECERİYE : Ağaç ile ilgili mu’cize.
MUHADDİS : Hadis ilmiyle uğraşan âlimler.
MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
MÜTEADDİD : Pekçok. Türlü türlü, çeşitli.
MÜTEVÂTİR : Yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun naklettiği haber.
NAKL-İ SAHİH : İçinde yalan yanlış olmayan doğru nakil, rivâyet.
NÂM : İsim, ün, şan.
SETTARE : Örtünecek, gizlenecek yer.
SİDRE AĞACI : “Arabistan kirazı” denen bir ağaç.
SÛRET : Resim, şekil, görünüş; tarz, üslûp, cihet.
ŞAFÎİ-İ SANİ : İkinci Şafii (İmamı Şafii hazretlerine benzeyen ikinci kişi)
ŞEYTAN : İblis. Cenab-ı Hakk’ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır.
TARÎK : Yol, tarz, usul, vâsıta, meslek.
TARÎK : Yol, tarz, usul, vâsıta, meslek.
TAVAF : Ziyaret etmek. Ziyaret maksadiyle etrafında dolaşmak.
ZÂT-I ZÜLCELÂL : Celâl ve büyüklük sâhibi Cenab-ı Hak.