İzmir’in sıcağı, kavurucu bir hal almıştı o gün. Biz, elimizde bir emekli başkomiserin adresi, köşe bucak dönüp duruyorduk.
İrtica masası şefi Zakir Çangar’ı arıyoruz..
İzmir’in sıcağı, kavurucu bir hal almıştı o gün. Biz, elimizde bir emekli başkomiserin adresi, köşe bucak dönüp duruyorduk. Nihayet bir tanıyanın vasıtasıyla Zakir Çangar Beyin evini bulduk. Evi bulmuştuk, ama kendisini bulamamıştık. Nerede olduğunu sorunca, keçilerini otlatmaya gittiğini söylediler.
Tarif ettikleri kırlara doğru, Zakir Çangar’ı yeniden aramaya başladık. Yanımızda mahalleli küçük bir çocuk, bize yol gösteriyordu. Bir tepe, nihayet ikinci tepe; bulamamıştık bir türlü. En sonunda çocuğa, “Git şu tepeye de bakıver” dedim. “Şayet bulabilirsen bana işaret et, ben oraya ondan sonra geleyim” dedim.
Çocuk koşarak gitti. Uzak bir tepeden el etti. Adımlarımı sıklaştırarak tepeye çıktım. Baktım, tepenin altında, elli beş-altmış yaşlarında görünen, hafif siyah sakallı, kısa kollu gömleğini pijamasının üzerine sarkıtmış olan bir zat duruyordu.
Selâmlaştık. “Hayırdır İnşaallah!” dedi. Ben de “Hayırdır. Sizi arıyordum” dedim. Ağaçların altında, serin yerde konuşmak, bazı sorular sormak istediğimi bildirince; “Eve gidelim, hem siz misafirsiniz, bu sıcakta size soğuk şurup ikram edeyim” dedi.
“Siz Nur talebesine benziyorsunuz”
Her ne kadar orada, kırda konuşmak istedimse de razı olmadı. Keçileri toplayarak önüne kattı. İkimiz birlikte yola koyulduk. Bizim beraber gittiğimiz arkadaşlar da, az sonra karşımıza çıktılar. Zakir Bey: “Bunlar da sana benziyor, arkadaşlarınız mı?” deyince, “Evet, beraber geldik.”dedim. “Sizler Nur talebelerine benziyorsunuz” dedi. Cevaben, “Ziyaretimiz de bu konu ile ilgili” dedim.
Evinde kendisinin verdiği, çeşitli ellerden geçerek bize kadar gelen, Bediüzzaman Said Nursî’nin bir fotoğrafını göstererek bu resmi nereden ele geçirdiğini sordum.
Zakir Çangar, bir anda şaşırdı, bu resimden haberi olmadığını ve böyle şeylerle ilgisi olmadığını söyledi. Ben yanlış giriş yaptığımı fark ederek sustum ve meseleyi, başından bütün teferruatı ile izah etmeye başladım. Ben, Said Nursî, Nurculuk ve Nur Risaleleri konusundaki geniş araştırmalarımdan bahsederek, adamcağızın korku ve endişesini dağıtmak istiyordum. Fakat, adam, “Ben bilmiyorum” deyip işin içinden çıkıyordu.
Bir ara hanımı söze karıştı. Zakir Beye hitaben, “Niçin anlatmıyorsun bildiklerini… Bak çocuklar buraya kadar gelmişler. Ne varsa, ne soruyorlarsa anlatsana!” dedi. Nihayet Zakir Bey başladı anlatmaya:
Zakir Çangar Üstadı takipte
“Ben 1950 yılından sonra Ankara Emniyetinin Birinci Şubesinde, irtica masası şefiydim. Dahiliye Vekâletinden gelen bir emir üzerine Said Nursî’nin dosyalarını getirttim ve incelemeye başladım. Tam 19 tane klasör geldi. Bununla ilgili benden bir rapor istemişlerdi. Raporu hazırlamak için devamlı çalışıyordum. Ama fena halde de sıkılmıştım. Ama neylersin, biz emir kuluyduk.”
“Bir müddet çalışma yaptıktan sonra, kalkıp Emirdağ’a gittim. Kendisi o zaman Emirdağ’da ikamete memur edilmişti, orada kalıyordu. Emirdağ’da üç gün kaldım. İki gün otelde kaldım. Bir gün de Bediüzzaman Hocanın evinde yattım.”
Bu arada Zakir Beyin sözünü keserek bir sual sordum: “Kendinizi ne diye tanıttınız?”
“Emekli öğretmen diye tanıttım. Ama yutmadı, pek inanmadı. Yanında kalıp bütün hâlini, gece gündüz ne yaptıklarını, bütün detaylarıyla tespit etmek istiyordum. Bilhassa yanında yatmamdan çok sıkılmıştı. Sabahleyin bana;
“Vazifeni yaptınsa artık yeter, sen beni çok sıktın, artık git.’ dedi.
“Gerçekten ben de sıkılıyordum. Ama vazife icabı buna mecburdum. O günlerde başımdan geçen bir hâdiseyi size anlatayım. Bu zat büyük velidir. Bununla uğraşmaya gelmez.
Rüyadaki civcivler…
“Otelde gece yatarken, rüyada aniden kapı şiddetle açıldı. Kapının altı üstüne geldi. Şiddetle ürperdim. Kapı açılınca, baktım, içeriye küçücük civcivler, tavuk yavruları doldu. Bütün odayı civcivler yavaş yavaş büyümeye başladılar. Büyüyen civcivler, az sonra küçük küçük adamlar şekline girdi. Cüceler her tarafı istilâ ettiler. Ama nasıl hücum! Arılar gibi nereme gelirse vuruyorlardı. Ben korku, heyecan ile bağırıyordum. Neredeyse boğulmak üzereydim. Kan ter içinde uyandım.
B”aktım heyecandan kalbim duracak gibiydi. Yatağın içinde sağ salim kendimi bulunca derin bir nefes aldım. Allah’a şükrettim. Hemen kalkıp dua ettim, tövbe ettim. Bir daha bu Zatla uğraşmamaya karar verdim. Size de tavsiyem, bu Zatla uğraşmayın. Bu büyük bir Zattır.”
Zakir Beye anlattıklarından dolayı teşekkür ettik. Zaten kendisi de, daha çok anlatacakları olduğu hâlde pek anlatmak istemiyordu.
Hatıra olarak bir fotoğrafını rica ettik. Fotoğrafının, o anda olmadığını ifade etti. Biz de yanımızdaki makina ile bir hatıra resmi alabileceğimizi söyledik. Kendisini zorla razı ederek bahçede bir-iki hatıra resmi çektik. Teşekkür ederek, vedâlaşıp ayrıldık.
(Necmettin Şahiner’in Son Şahitler kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir…)