- Kâinattan İnsana İnsandan Kâinata Faaliyet Serüveni. . . . . Talha Vural
- Faaliyet ve Esma-İ İlahi. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . İmran Irmak
- Faaliyet Hakikati. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yusuf Mehdi Apak
- Hayat Bir Faaliyettir. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Nurullah Bayır
Bu gün 2 numaralı İmran IRMAK’ın sunumunu takdim ediyoruz:
FAALİYET VE ESMA-İ İLAHİ
Herkese tekrar hoş geldiniz diyorum. Benim konum faaliyet ile Cenab-ı Hakk’ın isimleri manasındaki Esma-i İlahi arasındaki ilişki olacak. Konumu üç başlık altında topladım;
- Faaliyet Penceresinden Gaye-İ Hilkat
- Kâinatı Okuma Sanatı Ve Faaliyet
- Esma-İ İlahiye Parlak Bir Ayine: FAALİYET
FAALİYET PENCERESİNDEN GAYE-İ HİLKAT
Faaliyet kelimesi mana olarak hareket halinde olma, faal olma durumunu ifade eder. Bununla birlikte faaliyet bir fiilin varlığını gerektirir ve o fillin de delili olur. Kâinattaki faaliyet kanununa baktığımızda her faaliyetin, mükemmel bir uyum ve düzen içerisinde, hassas ölçülerle yaratıldığını görmekteyiz. Güneşin gündüzü gündüzün güneşi göstermesi gibi açık bir şekilde ve mümkünün en mükemmeli ile bütün yaratılmışların bütün ihtiyaçlarının karıştırılmadan, unutulmadan, geç kalınmadan vaktinde ve yerinde karşılanması perde arkasındaki kudreti her şeye yeten bir fail-i kadiri ve ilmi her şeyi kuşatan bir Âlimi görür derecesinde gösterir. Bu muazzam nizam ve intizam ise kâinatın yaratılışının ardında bir kast, bir ilim ve bir irade olduğunu gösterir.
Kâinata bakıldığında şüphesiz bunca faaliyetin altında yatan sır ve hikmetlerden biri de Cenab-ı Hakk’ın tanınması ve bilinmesidir yani Marifetullah’tır. “Malumdur ki her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister”.[1]Çünkü sani’ san’atını sever, beğendirmek ister, takdir ve tahsinlerle karşılanmak arzu eder. Her bir san’atıyla kendini hem tanıttırmak, hem sevdirmek, hem bir çeşit manevî cemalini göstermek ister. Cenab-ı Hak da “…cemal-i rahmetini ve hüsn-ü şefkatini ve kemal-i rububiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre ve hamde sevketmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh yapmıştır ki; hadsiz çeşit çeşit, leziz nimetler ve gayet antika, hadsiz hârika san’atlar içinde dizilmiş bir tarzda halk etmiştir.[2] Kâinatta, biz insanlar için yaratılan ve bir teşhirgâh olan şu zemin yüzüne bakıp Cenab-ı hakkın cemal-i rahmetini ve kemali rububiyetini görüp, Onu sevmek ve onu tanımaya çalışmak ve Marifetullah’a ulaşmamız gerekir.
Faaliyetin hikmetlerinden bir diğeri de faaliyetin kendisinden gelen lezzettir. Buna Cenab-ı Hakk’ın Zatına ait “lezzet-i mukaddese” denir. Kâinattaki her bir hareket ve faaliyet ya bir şeye iştihadan, ya ona olan iştiyaktan, ya ondan lezzet alınmasından ya da ona karşı duyulan muhabbetten gelir. Hatta her bir faaliyette farklı bir lezzet vardır. Ders çalışmadaki lezzet farklı, yürümedeki lezzet farklı, temizlikteki lezzet farklıdır.
Mesela bal yapan arı, yuvasını ören bülbül, ağını dokuyan örümcek ve eserini kaleme alan bir âlim ayrı ayrı ve birbirinden çok farklı lezzetler alırlar. Fakat Âlimin ilim öğretmekten aldığı lezzeti bülbüle, örümceğe yahut arıya anlatmaya kalkışmak sonuçsuz kalacaktır. İkisi de mahlûk oldukları hâlde, insan ile arının aldıkları lezzetler arasında bu kadar büyük bir farkın bulunması gösteriyor ki Rabbimizin bir İlâhî icraatındaki lezzet-i mukaddese-sini kendi his ve zevk ettiğimiz lezzetleri ölçü alarak anlamamız mümkün değildir.[3] Çünkü O lezzet bizim anladığımız cinsten bir lezzet değildir. Bunların hepsinden başka, hepsinden münezzeh ve mukaddestir. Bize düşen de diğer bütün yaratılmışlar gibi cemal ve kemal karşısında hürmetle eğilip ubudiyet içine girmek ve ubudiyetin gerektirdiği gibi faaliyette bulunmaktır.
KÂİNATI OKUMA SANATI VE FAALİYET
Kâinat, bir ayna misali Cenab-ı Hakk’ın esmasına bir sergi salonu ve tecelli alanı olarak yaratılmıştır. Allah (c.c) Esma ve sıfatlarının nakışlarını kâinatın her tarafında dalgalandırmak için her bir mevcudu mükemmel bir hareketlilik içine koymuştur. Bu gözle kâinata bakıldığı zaman her bir faaliyetin altında Cenab-ı Hakk’ın esma ve sıfatlarının tecellileri görülebilir. Mesela en küçük bir çekirdeği düşündüğümüz vakit, Lisan-ı istidadıyla bu çekirdekte (bismillah deyip ağaç olarak meyve vererek) Allah’ın isim ve sıfatlarının cilvelerini (müsavvir, mülevvin isimlerini evvel, ahir, zahir, batın isimlerini) görebiliriz. Diğer bir hakikat de bütün çekirdeklerin dünyanın her tarafına yayılmak ve bu nakışların ve sanatların bayrağını her bir köşede dalgalandırmak istemeleridir. Eğer ellerinden gelse bütün dünyayı istila edecek derecede nihayetsiz bir faaliyet isteği kendilerine derç edilmiştir. Fakat bakıldığında kâinatta herhangi bir istila görülmemektedir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın esma ve sıfatları faaliyeti iktiza ettikleri gibi bu derece bir istila faaliyetinin de önüne sed çekmektedirler. Mesela öyle bakteriler vardır ki uygun ortam oluştuğunda dünyayı iki saat gibi kısa bir sürede istila edecek potansiyele sahiptirler. Fakat öyle bir Zatın hâkimiyeti altındadır ki bu bakterilerde aşırı bir çoğalma meydana gelmez.
Faaliyet düsturu; zerreden, güneşe ve hatta ondan da büyük semavi yıldızlara, feza âlemine de yerleştirilmiştir. Mesela Cenab-ı Hak bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve çok sür’atli yıldızlar yaratmıştır. Her biri direksiz olmasına rağmen düşmeden asılı kalmakta ve bir kısmı da yakıtsız olmalarına rağmen sönmeden mütemadiyen lamba gibi yanmaktadırlar. Bu kadar muazzam büyüklük ve sürate rağmen bu semavi yıldızların birbirine çarpmaması, beraber gezdirilmeleri ve mükemmel bir şekilde terbiye ve idare edilmeleri elbette bizlere Rububiyet hakikatini ispat etmektedir. Rububiyet hakikati içerisinde de Cenab-ı Hak bütün mevcudatı vazifedar kılarak onu Kendisine itaat ettirmekle teshir ediyor, tedbir ile hikmetli işler gördürüyor, düzen ve tertibi ile beraber kâinatın baştanbaşa temizliğini sağlıyor. Bu fiillerden yola çıkarak Rububiyet hakikatinin üç büyük maksat ve gayesinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunlar; rububiyetin kendi cemalini izhar ve kemalâtını ilân ve kıymetli san’atlarını teşhir ve gizli hünerlerini göstermesidir.[4]
Fiillerin her birinin üzerinde Cenab-ı Hakk’ın mührü ve sikkesi bulunmaktadır. Zira yaratılan her bir mevcud manen vazifesini yapmakla bir tek İlah’ın mabudiyetini ilan ve varlığını ispat etmektedir. Madem gayrın müdahale etmesiyle kâinattaki mizan ve intizam olumsuz etkilenecek o halde her bir zişuur olan anlar ki en küçük bir faaliyetin altındaki dest-i kudreti görmeyip sebeplere veya başkasına taksim etmek Ulûhiyetin mahiyetine ve kudsi maksatlarına zıttır. Çünkü Ulûhiyet, Allah’ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile her şeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesidir. Kur’an-ı Hakim’in çokça tekrar ile ve şiddetli bir şekilde şirki ret ve müşrikleri de tehdit etmesi bu sırdandır.
İnsan, tefekkür vasıtasıyla ve Risale-i Nur gözlüğü olan mana-i harfi nazarıyla ancak Cenab-ı Hakk’ın Ulûhiyeti ve Rububiyetini anlar ve dergâh-ı izzetinde hürmetle eğilip ubudiyet içine girer. Bununla birlikte Ubudiyetin sürekli devam etmesi de gerekir. Ubudiyetin devamı da kâinatı okuma sanatı olan tefekkürün devamı ile gerçekleşir. Kâinat kitabını sürekli okuyan insan anlayacaktır ki bunca faaliyetin sebeb-i hikmeti ve bir gereği ubudiyet faaliyetini yerine getirmektir. Bir an için bile olsa kulluktan ubudiyetten ayrılmamaktır.
ESMA-İ İLAHİYE PARLAK BİR AYİNE: FAALİYET
Bir esere bakıldığında eserin varlığının dayandırıldığı bir fiil ve bu fiilin sahibi olan Zata ulaşılabilir. Sonsuz kudretin sonucunda faaliyetle ortaya çıkan her bir eserin mutlaka bir failinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Fiilden yola çıkarak fiili yapan Zatın isimlerine isimlerden de sıfatlarına Sıfatlarından da Şuunât ve Zatına ulaşılabilir.
Bediüzzaman hazretleri, kâinattaki hayranlık uyandıran faaliyeti Cenab-ı Hakk’ın “enva-ı kâinatı konuşturması”[5] olarak ifade etmiştir. Gökyüzünde ve yeryüzünde meydana gelen bütün değişimler ve hareketler, ona göre kâinatın sessizce konuşması ve Cenab-ı Hakkı tesbih etmesidir. Nasıl ki harika bir makine kendisini icat eden bir ustayı güzelce çalışmakla ve kendisinden beklenen neticeleri tam anlamıyla vermekle lisan-ı istidadıyla alkışlar ve tebrik eder. Aynen öyle de her mevcud güzel yaradılışıyla ve kusursuz hayat serüveniyle Cenab-ı Hakk’ın Esma’sına ayine olup kâinat ahenginde memnuniyetini dile getirir. Faaliyeti müstevliye olarak da adlandırdığımız kâinatta neden bu durmayanlar durmuyorlar hakikatini [6]“وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ” hakikatiyle anlayabilmekteyiz.
Kâinata baktığımız zaman görürüz ki; Cenab-ı Hak bir kuşun elbisesini hangi kanunla değiştiriyorsa yine aynı kanunla dünyanın elbisesini ve şeklini de her sene değiştirmektedir. Ve yine aynı kanunla bir zerreyi adeta bir Mevlevi gibi hareket ettirdiği gibi koca dünyayı ve kâinatı da bir Mevlevi gibi döndürüyor, çeviriyor ve gezdiriyor. Bu faaliyete bakarak bizler de Kur’an’dan aldığımız ilk emir olan “OKU!” emriyle kâinattaki bu muazzam faaliyeti görüp faaliyetin sahibi olan Cenab-ı Hakk’ı bilmeye ve onu tanımaya çalışmalıyız. Marifetullah’a ulaşıp bu kâinattaki esas yaratılış sebebimizi öğrenip ona göre yaşamamız ve her an faaliyette olan kâinatla birlikte bizim de “OKUma” faaliyetimizi devam ettirmemiz gerekmektedir.
Kâinattaki hayat emaresi Cenab-ı Hakk’ın Hayy isminin tecelli etmesiyle başlar. Hayat canlılıktır, harekettir ve faaliyettir. Bütün mevcudatın tanzim edilmesinde görünen ilim irade kudret sem’ basar ve kelam sıfatları bir Zat-ı Hayy-ı Kayyumun varlığına şehadet eder. Çünkü bir şeyde görme, işitme, söyleme, düşünme ve irade etme gibi özelliklerin varlığı hayatı gösterir. Aynen öyle de; bu kâinattaki eserlere bakıldığı zaman kesin ve apaçık bir şekilde mutlak bir kudret, şamil bir irade ve muhit bir ilim sahibi Cenab-ı Hakk’ın Hayy olduğu ve kâinattaki her bir faaliyetin sahip olduğu hayatı Cenab-ı Hakk’ın verdiği sonucuna ulaşılacaktır.
Bediüzzaman hazretlerinin deyişiyle hayat sıfatı tek başına zat-ı hayy-ı kayyumu bütün esma ve şuunatıyla bildirir.[7] Güneşin ışığının içinde yedi rengin imtizaç etmesi gibi hayat sıfatı da diğer sıfatları ve Cenab-ı Hakk’ın esmasını içinde barındırır. Bu manada düşünüldüğünde Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının yansıtılmasına hizmet eden büyük bir ayna hükmündedir. Böylece bu aynanın Cenab-ı Hakk’ın diğer isim ve sıfatlarını tanıtma görevi olduğunu görmekteyiz.
İnsan bedeninden ta kâinata kadar her şey bir düzen içinde ayaktadır. Kâinatı bunca sürate rağmen tesbih taneleri gibi dağılmaktan koruyup ayakta tutan sır kayyumiyet sırrıdır. Cenab-ı Hak Kayyum ismiyle her bir zerreyi hâkimiyeti ve tasarrufu altında bulundurmaktadır. Nasıl ki faaliyetin varlığı Allah’ın isimlerinin tecellisine bakmaktadır aynen öyle de kâinattaki bu faaliyetin devamı da Cenab-ı Hakk’ın Kayyumiyetine bakmaktadır.
Kâinattaki her bir faaliyet Cenab-ı Hakk’ın emriyle hıfz edilip kayıt altına alınmaktadır. Yani bakıldığı zaman hiçbir hareket yok olmamakta, sadece vücut değiştirmektedir. Mesela hava zerresi sesleri kayıt etmektedir. Bunun bir delili ise hava zerreleri sayesinde kaydedilen sesimizin radyodan doğru frekansların ayarlanmasıyla binlerce kulağa dinlettirilmesidir. Bir diğer örnek ise insanın hafızasında kaydedilip zihninde yer etmesidir. Bu sayede mesela bir çiçek fena bir vücudu terk etmekte ama baki bir vücut kazanmaktadır.
Bir diğer örneğimiz ise Yasin kelimesinin içine Yasin suresinin yazılması[8] misali çekirdeğin bütün programının fihristesi, vazifesi ve yapacağı faaliyetin haritasının da içine yerleştirilmesidir. Böylece bir çekirdeğin içine yerleştirilen programı aynı zamanda onun amel defteri hükmüne de geçerek hiçbir fiilinin kaybolmadığına delil olmaktadır.
Allah’ın Hafiziyetine dayanarak her şeyin kayıt altına alınması Haşir hakikatine bir delil ve bürhan olup Haşri bir nevi ispat eder. Bunun farkında olan insan da hareketlerini buna göre düzenler. Bu manada Cenab-ı Hakk’ın Hafiziyeti insanlara vazifelerini hatırlattığı gibi tembellik ederek ibadetlerin aksatılmaması yönünde de ikaz ediyor.
[1] Sözler s.120
[2] Asa-yı Musa s.57
[3] Sorularla Risale internet sitesinden alınma
[4] Şualar s.151
[5] Mektubat s. 287
[6] İSRA SURESİ 34. Ayet
[7] Nur çeşmesi s.106
[8] Mesnevi-i Nuriye s.196