Yüce Rabbimizin yarattığı en mükemmel ve ilk mahlûk Habib-i Edip Efendimizin (sav.) nurudur. “Allah’ın ilk yarattığı mahlûk benim nurumdur.” (Aclûnî, Keşfü’l Hafâ,) hadisi de bu hakikati ifade etmektedir.
Halık-ı Zülcelâl Hazretleri bütün mevcudatı Habib-i Edip Efendimizin hürmetine yaratmıştır. Varlık hamurunun mayası olan muhabbet O’nun nuru ile yoğrulmuş ve hilkat ağacı O’nun (sav.) sayesinde var edilmiştir.
Resul-i Ekrem Efendimize (sav.) nübüvvet vazifesi verilmeden önce, dünya zifiri karanlığa gömülmüş ve derin bir bataklığa saplanmıştı. Bütün batıl itikatların hâkim olduğu, insanların vahşileştiği, kadınların bir eşya gibi alınıp satıldığı, kalplerin kaskatı kesildiği ve kabilelerin birbirlerinin kanlarını döktüğü dehşetli bir asır yaşanıyordu. Mazlumlar şirkin, küfrün ve zulmün pençesinde inim inim inliyorlardı.
“Üstad-ı Mutlak, Muktedâ-yı Küll, Rehber-i Ekmel, Şems-i Hidayet” olan (19. Söz) Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) kâinatın manevi ve sönmez bir güneşi olarak dünyayı teşrif edip, son resul olarak âlemlere rahmet olarak gönderilince bütün âlem nurlandı, asrın rengi değişti ve kış bahara döndü. Efendimizin veladetiyle Kâbe’deki putlar yere serildi, Mecusilerin taptığı ateş söndü, Sava Nehri yere battı ve Kisra Sarayı yıkıldı. Bütün bu hadiseler; “De ki: Hak geldi, batıl yıkılıp gitti. Çünkü batıl, yok olmaya mahkûmdur” (İsra Suresi, 17/81) ayetinin işaret ettiği gibi o Yüce Resulün (sav.) gelişini büyük bir sevinçle karşılıyorlardı.
Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine delil olan bütün enfusi ve afakî deliller, o büyük rehberin, o eşsiz kılavuzun ve o büyük mürşidin sayesinde okundu ve anlaşıldı. Bütün âlemleri en mükemmel bir şekilde okuyan Habib-i Kibriya Efendimiz (sav.) insanlara Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah’ı anlattı, O’na iman etmeye ve yalnız O’na kul olmaya davet etti. Vahid ve Ehad olan Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ etti. İmanın esaslarını, ubudiyetin esrarını, yaratılışın sırrını ve hikmetin inceliklerini harika bir şekilde ders verdi. Yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda Kur’an gibi sonsuz bir nur sayesinde O’nun (sav.) rahle-i tedrisinde yüz yirmi dört bin sahabe yetişti. O yıldız sahabeler de Allah ve Resulü yolunda canlarını, mallarını, vatanlarını ve evlatlarını feda ettiler.
“Güneşi sağ elime, kameri sol elime koysalar ben yine de davamdan vazgeçmem” buyuran Habib-i Kibriya Efendimizin (sav.) tek gayesi İslâm’ın ulvi hakikatlerini gönüllere hâkim kılmaktı. İki cihan güneşi, şan ve şerefin ancak ezel ve ebed Sultanı olan Yüce Allah’a kullukta olduğunu bütün cihana gösterdi.
Sünnet Kur’an’ın Birinci Tefsiridir
Habib-i Kibriya Efendimize uymadan Kuran’ın anlaşılması mümkün değildir. Meselâ; Kuran’da namaz emredilmiştir, ama hangi vakitlerde, kaç rekât ve nasıl kılınacağı bildirilmemiştir. Namaz gibi diğer bütün emir ve yasakları tatbik edip bizlere ders veren Resul-i Ekrem Efendimizdir.
“…Peygamber size her ne (emir) verdiyse onu tutun. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Haşir Suresi, 59/7)
“Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.” (Nisa Suresi, 4/80)
“Andolsun ki, Resulullah’da sizin için, Allah’a ve ahret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzap Suresi, 33/21)
Bunun birçok ayet Resul-i Ekrem Efendimize uymamızı emretmektedir. İslâm dininin Kur’an, sünnet, icma ve kıyas olmak üzere dört ana kaynağı vardır. Kur’an’dan sonra ikinci ana kaynak sünnettir. Kur’anın birinci muhatabı Resulullah Efendimiz, O’nun birinci tefsiri ise sünnetlerdir.
Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ey Resulüm, de ki: “Ey insanlar! Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, Rahîmdir.” (Al-i İmran suresi, 3/31)
Resul-i Ekrem Efendimizi (sav.) sevmeden Allah’ı sevmek, O’nu razı etmeden Mevla’yı razı etmek ve O’na vasıl olmak mümkün değildir. Allah Resulünün kapısı çalınmadan, sünnetlerini rehber edinmeden saadeti bulmak, istikamet çizgisinde yürümek imkânsızdır. Yüce Allah’ı sevmenin yolu Fahr-i Âlem Efendimizin (sav.) sünnetlerini rehber edinmektir. Sünnet, Kur’an’ın yoludur, rıza yoludur, cennetin yoludur. Habib-i Kibriya Efendimizin her hareketinde, her tavrında ve her sözünde nice hikmetler ve alınacak dersler vardır. Her mümin Habib-i Edip Efendimizin (sav.) güzel ahlâkını örnek almalı, sünnetlerini hayatına tatbik etmelidir. Bu, O’na ümmet olmanın ve O’nu sevmenin icabıdır.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.), her hususta bütün insanlık için en güzel bir model, en mükemmel bir rehber, eşsiz bir mürşit ve numune-i imtisaldir. Kurtuluş reçetemiz; “Rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-âlemîn ünvânıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebâiyetidir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler)
Habib-i Kibriya Efendimizin (sav.) sünnetlerini hayatlarına tatbik edenler, dünyevî ve uhrevî saadete nail olurlar. Bir mü’min her halinde, her sözünde ve her işinde O’nun sünnetlerine uyduğu nispette kıymet kazanır, istikamet çizgisinde yürür. O’na uyan dünyevi ve uhrevi saadete nail olur. Zira Habib-i Edip Efendimiz (sav.); “Bir burhân-ı Hak, bir sirâc-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet” (Sözler)
Fahri Âlem Efendimizin Üstünlüğü
Fahri Âlem Efendimiz (sav.) nübüvvet silsilesinin hem çekirdeği hem de en son ve en mükemmel meyvesidir. Allah Resulü (sav.) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir; bütün cinlerin ve insanların peygamberidir.
Bazı kimseler; “Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve: “Peygamberleri arasında hiçbir ayırım yapmayız.” diye peygamberlerine inandılar….” (Bakara Suresi, 2/285)
ayetini delil göstererek bütün peygamberlerin makamlarının aynı olduğunu söylemektedirler.
Bu ayette ifade edilen husus iman bakımındandır. Müminler hiç bir peygamberi ayırt etmeden hepsine iman ederler. Tek bir peygamberin nübüvvetini kabul etmeyen kişinin imanı geçerli değildir. Çünkü peygamberlere inanmak, imanın altı şartından biridir.
Peygamberlerin birbirinden üstün olduğu bir ayette şöyle ifade edilmektedir: “O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı.” (Bakara Suresi; 2/283)
Güneşin aynadaki tecellisi başka, nehirdeki tecellisi başka, denizdeki tecellisi daha başkadır. Habib-i Edip Efendimiz bütün esmaya kemal derecesinde ve itidal üzere mazhardır. Öyle peygamber gelmiş ki birkaç ümmeti olmuş, bazılarının ise hiç ümmeti olmamış. Baba ile oğul veya iki kardeş aynı anda peygamber olarak gönderilmiş.
Habib-i Kibriya Efendimiz (sav.); nurlar saçan kandil, solmayan gül, susturulmayan bülbül ve sönmeyen güneştir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.); peygamberlerin reisi, evliyaların seyyidi, rıza beldesinin kapıcısı ve saadet-i ebediyenin anahtarıdır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav.); hidayet güneşi, kalplerin sevgilisi, akılların muallimi ve ruhların mürebbisidir.
Habib-i Edip Efendimiz (sav.); şefkat timsali, varlığın en ekmeli, mahlûkun en ecmeli ve sırlar semasının güneşidir.
Resulullah Efendimiz (sav.); bütün dertlerin ilacı, ruhların sultanı ve başların tacıdır.
Resul-i Kibriya Efendimiz (sav.); mihrabı Mekke, minberi Medine ve yeryüzü mescidi olan tek peygamberdir.
“Allah’a bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil (olarak gönderdik)” (Ahzab Suresi, 33/46) ayetinin mazharı olan Habib-i Kibriya Efendimiz (sav.); ilim, irfan, marifet, fazilet, şefkat, merhamet, ubudiyet, tebliğ, irşat, şecaat, cesaret, edep ve cömertlik gibi bütün ulvî hasletlerde eşsizdir. O’nun ahlakı Kur’an idi. O, Kur’an-ı Azimüşşan’ın canlı bir levhası idi. “Hiç şüphesiz sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin!” ayeti de bu hakikati ifade etmektedir. (Kalem Suresi, 68/4)
Bütün ulvi hasletlerde olduğu gibi, şefkat ve merhamette de zirvede olan Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) herkese çok nazik davranır, kimsenin kalbini kırmazdı. Özellikle yetimlere, çocuklara, yaşlılara, dul kadınlara, yoksullara ve hayvanlara karşı şefkatle eder, onlara her hususta yardımcı olurdu.
Habib-i Kibriya Efendimizin (sav.) af husussunda da bir emsali yoktur. Allah Resulü, kendisine defalarca suikast hazırlayıp öz yurdundan çıkaran Kureyşlileri ve Hz. Hamza’nın katili olan Vahşi’yi affetti.
“Ben dağıtıcıyım, veren Allah’tır.”, “Halık’ın en sevgili kulları, en ziyade cömert olanlarıdır” buyuran Habib-i Zişan Efendimiz (sav.), son derece cömert, şefkatli, kerim ve merhametli idi. İkram etmeyi çok severdi. Mekke’ye gelen misafirleri evine götürür ve ikramda bulunurdu. Kendisinden bir şey istendiğinde asla yok demezdi. Eğer yanında verilecek bir şey bulunmazsa, ya ashabından ödünç alıp verirdi ya da “Şu gün gel vereyim” derdi.
Huneyn Savaşı’nda ganimetten elde edilen develer için Safvan İbni Ümeyye: “Ne güzel develer” deyince, Efendimiz (sav.): “Öyle ise onlar senin olsun” deyip hepsini ona bağışlamıştır. Bunun üzerine Safvan: “Bu kadar cömertlik ancak peygamberlerde bulunur” diyerek Müslüman olmuştur.
Fahr-i Âlem Efendimiz (sav.), sözünde ve vadinde sadık idi. Delikanlı çağında kendisine Muhammed’ül Emin derlerdi.
Resûl-i Ekrem (sav.), vefada da benzersiz idi. Mekke müşriklerinin zulmünden kaçarak kendisine sığınan sahabelerine kucak açan Habeş Kralı Necaşi’yi daima hayırla yâd etmiş, vefat ettiğinde de gıyaben cenaze namazını kılıp dua etmiştir. Daha sonra Medine’ye gelen oğluna hizmet etmiştir. Kendisine hizmet eden Yahudi delikanlının hastalandığını duyunca ziyaretine gitmiştir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) ne yumuşak bir yatakta yattı, ne leziz bir yemek yedi ne de ihtiyacından fazla bir şey artırdı. Hasırın üzerinde yatar, izleri yüzünde belirirdi. Hz. Ömer’in kendisine: ‘Ey Allah’ın Resulü! Kisralar ve Kayserler saraylarında lüks ve rahat içinde yaşarlarken sen burada sıcağın altında, mübarek vücuduna hasırın izleri çıkmış olarak yatıyorsun. Hâlbuki sen Allah’ın Resulüsün. Müsaade et de sana bir yumuşak yatak yaptıralım’ demesi üzerine, Allah Resulü şöyle cevap vermiştir: “Dünya benim neme gerek Ya Ömer! Dünyanın onların, ahretin ise bizim olmasına razı olmuyor musun?”