Henüz ilkokul öğrencisiydi. Okuldan kalan zamanlarında babasına yardım ediyor, onun ayak işlerine koşuyordu. Dükkânları Bediüzzaman’ın evinin hemen karşısındaydı. Bediüzzaman Emirdağ’a geldikten kısa bir süre sonra bu eve yerleşmişti. Zaman zaman pencereye çıkar, çarşıyı seyrederdi. Birgün Zeki’yle ağabeyi babalarının olmadığı bir sırada kavgaya tutuşmuşlardı. Sesleri ve gürültüleri Bediüzzaman’ın kulağına kadar gitmişti. Bunu fark ettiklerinde iş işten çoktan geçmişti. Talebesi Zübeyir’e:
– Onlara söyle, çabuk benim yanıma gelsinler, dedi. Zübeyir dükkâna geldi ve “Kardeşim, sizi Üstad çağırıyor, dedi. Biraz sonra dükkâna gelen babası da, olayı anlamış,
– Haydi, şimdi ne haliniz varsa görün, diyerek onları Bediüzzaman’a havale etmişti. İkisinin de rengi atmıştı. Ne yapacaklarını bilemediler. Çabucak abdest alarak kızarmış yüzlerle Bediüzzaman’ın huzuruna çıktılar. Sessizce içeriye süzüldüler ve kapı eşiğine oturdular. Başlarını kaldırıp bakamıyorlardı. Bediüzzaman iki kardeşi göz ucuyla izledi bir süre ve “Niye kavga ediyordunuz, diye sordu. İkisinden de çıt çıkmadı.
– İkiniz kardeşsiniz. Birbirinizi sevmeniz saymanız gerekirken kavga etmeniz beni çok üzdü. Sizin adınıza ben utandım. Başları önde, sessizce dinliyorlardı. Bediüzzaman devam etti:
– Ben yıllardır kardeşlerimden ve akrabalarımdan uzaktayım. Onları bir defa görmeye can atıyorum. Halbuki siz her gün berabersiniz. Buna şükretmelisiniz. Birbirinizin kıymetini bilmelisiniz. Şimdi birbirinize sarılın ve barışın. Ve bir daha sürtüşmeyeceğinize dair bana söz verin, dedi. İki kardeş kalktılar, önce Bediüzzaman’ın elini öptüler, sonra da birbirlerine sarılıp özür dilediler. Başları önde kapıdan çıktılar. Ve bu onların ölünceye kadar son kavgaları oldu.
(Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler kitabından)
*****