Doğu Guta’da Esad rejimin katliamlarına tanıklık eden cerrah Hüsam Adnan, mazlumların sesi oldu. Neşterini insanlık için kullanırken, bir yandan da yazılarıyla zulmü dünyaya anlatan Adnan, “Vahşet ve çaresizlik öyle bir noktaya ulaştı ki artık yaralıların yaşaması mı ölmesi mi daha iyi diye düşünmemek imkansız. Durum ölümden beter. Bu noktadayız artık.”
Esad rejimi ve Rusya’nın 2012’den beri katliamlar yaptığı Doğu Guta’da yaşanan insanlık dramının en yakın tanıkları zor şartlar altında görev yapan doktorlar…
Rejimin her saldırısından sonra çoğu kadın ve çocuk, masumların son nefeslerine tanıklık ediyorlar.
Dünyanın sessizce izlediği trajediyi iliklerine kadar yaşarken, bir yandan da ‘belki bir can daha’ diyerek gece gündüz hayat kurtarmak için çırpınıyorlar.
SADECE BUNU YAZIN
Onlardan biri de cerrah Hüsam Adnan. Almanya’da doğan ve Şam Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra bölgede görev yapmaya başlayan Doktor Hüsam Adnan, 5 yıldır neşterini rejimin açtığı yaraları tedavi etmek için kullanıyor. Zaman zaman Doğu Guta’daki trajediyi sosyal medya hesabında paylaştığı yazılarında çarpıcı bir dille anlatan 45 yaşındaki Hüsam Adnan, dün yoğun ameliyatlar arasında KARAR’a konuştu.
Doktor Adnan “Malesef rejimin saldırıları her dakika hiç durmadan devam ediyor. Yapılan saldırılar tüm dünya tarafından bilinmeli. Vahşet ve çaresizlik öyle bir noktaya ulaştı ki, artık parçalanmış bedenleriyle hastaneye getirilen yaralıların yaşaması mı ölmesi mi daha iyi diye düşünmemek imkansız. Ölüm bir kurtuluş olabilir mi? Burada durum ölümden beter. Bu noktadayız. Bu yüzden ısrarla tüm dünyanın dikkatini çekmek istiyorum. Doğu Guta’da çocuklarımız her dakika öldürülüyor. Sadece bunu yazın. Tek isteğim dünya bunu bilsin, bu dramı görsün” diyor.
NEŞTERİM VAHŞETE TAHAMMÜL EDEMİYOR
Doktor Hüsam Adnan “Ölülerin Rahminden doğmak..!” başlıklı son yazısında Doğu Guta için insanlığa çağrı yaparken, dünyanın sessizce izlediği vahşetin hayat kurtarmayı bile anlamsız kılacak boyutlara ulaştığını söylüyor. İşte o satırlar:
Yirmi yıldan uzun süredir neşterim arkadaşım oldu.
Ben işimi yaparken, sessizce parmaklarımın arasında oynardı.
Her günün sonunda ona fısıldarım: Çok iyi iş çıkardın, birlikte çok hayat kurtardık.
Fakat şimdi her şey değişti.
Geçende neşterim eskiden kullandığım gibi değildi.
Parmaklarım onu idare edemiyor artık,
Sanki ruhumun bir parçası içine kaçmıştı…
Artık şahit olduğu yaralara tahammül edemez oldu.
Uzuvları kopmuş, gözünü kaybetmiş, yüzünü kaybetmiş çocuklar…
Vatanın toprağına bulanmış kefenlerine sarılı kadınlar ve aileleri, en çok da evlatlarının kanlarına bulanmışlar.
O aç ve solmuş yüzlerin üzerine barut kokusu ve iğrenç isi sinmiş…
Çocukların çığlıkları, kadınların feryatları, erkeklerin cefası, doktorların acizliği neşterime de dokundu, onu ıstıraba boğdu, artık şahit olduklarından sonra çalışmayı bıraktı.
Ama bu çığlıklar dünyanın kalbine ulaşıp onu uyandırmadı.
Bugün bize getirilen bedenlerin hepsi günlerdir bir lokma tadamamış zayıf, bir deri bir kemik kalmış bedenler. Evlatlarıyla birlikte taş ile insan arasında ayırım yapmayan varil bombalarının enkazları altında gömülü kalmışlar.
Bugün enkaz altından bana bir anne getirdiler. Yedi aylık hamile, yanında da iki küçük çocuğu.
Size bu çocukların gözlerinde tüm dünyanın ıstırabı birikmiş desem, yeterince tarif etmiş olamam.
İlk çocuğun sağ ayağı yok ve kolu kırık. Diğer çocuk bir gözünü kaybetmiş ve göğsüne bir şarapnel saplanmış. Anneleri ise ölümle cebelleşiyor. Şarapnel o incecik bedeninin tümünü parçalamış, son nefesine şahit olmamız için elimize gelmiş.
Yaşamak için mücadele edişini görüyorum. Gözleri yanındaki bu hale gelmiş yavrularına odaklanmış. Babaları onları terk edeli aylar olmuş.
Bu aileyi tek bir çarşaf içinde getirdiler bana. Sedyelerimiz yok artık, onları yatak olarak kullanıyoruz. Çünkü yatakların hepsi dolu.
Yalvarıyorum size benim gördüklerimi gözünüzde bir canlandırın. Sadece bir anlığına bu sahneyi canlandırın ve paramparça olmuş bu dört canı bir kerede taşıyan bu çarşafı: anneyi, karnındaki bebeği ve yanındaki iki çocuğunu.
Meslektaşlarımdan biri kulağıma fısıldadı: Belki bebeğini kurtarabiliriz.
İlk defa, yere oturdum, başım öne eğildi ve düşündüm…
“Onu kurtaralım mı yoksa annesiyle birlikte mutlu bir şekilde, bu dünyanın çirkinliğini görmeden gitmesine izin mi verelim…”
Bırakayım da annesiyle gitsin…
Hayır…! hayır…!
Benim vazifem onu kurtarmaktı…!
Etrafıma bir baktım,
O annenin parçalanmış yavruları
Bedenini terk eden ruhu,
Uçakların ve patlayan varil bombalarının sesi,
Çocukların yürek yakan ağlamaları
Ve kulağıma fısıldayan arkadaşım: Neyi bekliyorsun, hadi ama…
Çıkarmamız gereken bir hayat var…
Bir neşterime baktım, bir arkadaşıma
Hangi hayata çıkaracaksın onu?
Varil bombalarının, ateşlerin ve hüsranın hayatına mı?
Onu kim emzirecek?
Bezini kim değiştirecek?
Kim sallayacak?
Ağlamasını kim duyacak?
Evet; onu terk etmeyen bir Allah’ı var, ama ben ve neşterim artık düşünmekten bile aciz bir duruma düştük…
Arkadaşımın sesi bu düşlerimden uyandırdı beni…
“Annenin kalbi durdu”
Anne ölse bile çocuğu çıkartacağım…
Ve hayatımda ilk defa… yapamadım… neşterim beni durdurdu. Onu masaya bıraktım ve sessizce çıktım gittim.
Arkadaşım gözyaşları içinde bana şaşkınlıkla bakarak işini tamamladı…
Tüm bunlar sadece birkaç dakika içinde oldu ama yıllar sürecek bir yara bıraktı… mağlubiyet ve acizliğin açtığı bir yara…
Okuduğum Moğol katliamlarında, engizisyon hikâyelerinde veya firavun kıssalarında okuduklarımı bile tasavvur edemiyorum.
Dünya, dünyanın liderleri ve kralları…
Sizin bu katliamlara sessiz kalışınız yüzbinlerce masum sivile mâl oluyor. Yaptıkları tek şey ise “Şam’da El-Guta” isimli bir beldede olmaları…
Sizden Guta’yı kurtarmanızı istemeyeceğim. Ama insanlığınızı kurtarın
Kendi insanlarınızı kurtarın
Çocuklarınızı…
Ve bilin ki şehit annesinin karnından çıkan bu bebek sizin sorumluluğunuzda!
Doyurun onu,
Sıcak tutun,
Ona düzgün bir hayat yaşama hakkı verin
Ölüm varillerini durdurun
Gelin Guta’nın çocuklarını görün,
Yüzlerine dokunun, aç karınlarından çıkan sesleri duyun
Onlar da insan değil mi?”
* BMGK, 24 Şubat’ta aldığı kararla başta Doğu Guta olmak üzere Suriye genelinde siviller için insani ateşkes ilan edilmesini istemişti. Ancak rejim ve destekçilerinin saldırıları durmadı. Bölgede önceki gün itibarıyla son iki haftada ölen sivil sayısı 756’yı buldu.