Bediüzzaman hazretlerinin; “Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır.” 1 şeklinde tarif ettiği aile hayatında, risale-i nurların ne derece de hükmettiği şeklindeki bir suale verilecek cevap; şüphesiz cüz’i iradenin sarfı nokta-i nazarında yapacağımız mütalaa ve müzakerelerin anlaşılır kılınmasını sağlayacaktır.
Risale-i Nur, beşerin aile hayatına büyük bir faide verip; herbir aile ferdinin iffet ve namus ve ismetle ve saadetle ve istikamet üzere bir hayat geçirmelerini temin ettiğine milyonlar fedakâr nur talebelerinin kudsî şahs-ı manevîsinin mümessili ve bir ehemmiyetli merkezi hükmündeki küçücük birer medrese-i Nuriye hükmüne geçmiş nurlu haneleri; birer şahid-i sadık ve birer delil-i katı’dır.
Zira, yaşadığımız türlü hâdisat, risale-i nurların bilfiil aile hayatımıza yansıması gerektiği noktasında ziyade takviye etmiş bulunuyor ve bizi aklen, kalben ve ruhen üstadımıza ve onun nurlu eserlerine daha ziyade rabtediyor.
Risale-i nurların her hususta olduğu gibi aile hayatımızda da, ahirzaman fırtınaları içerisinde bocalayan biz biçareleri; beşerin hayat-ı içtimaiyesinde istikamet üzere himaye ve vikaye etmekte olduğuna kâfi ve daha kat’î bir bürhan yerine geçmiş bulunuyor böylece..
Hakikat-ı hal böyle iken, Saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i daimenin anahtarı ve medarı olan/olacak aile hayatını maddi ve manevi sarsıntılardan vikaye edip muhafaza etmek adına, bir parça muhasebe yapmak zaman ve zemini geldiğine binaen, gelecek tefekküratları nazar-ı istifadelerinize arz ediyoruz.
Nur talebesi ağabeylerin aile hayatında vukua gelmiş yahut gelecek, menfi yahut müspet hadisata dair yapılacak mütalaalara; cüz-i ihtiyarının sarfı ve kader noktalarından ayrı ayrı bakmak gerektir.
Mesela; nur talebesi bir ağabeyin oğlunun veya kızının veyahut hanımının, aile içerisindeki maddi ve manevi duruşlarının; risale-i nurların meslek ve meşrebine muvafık yahut muhalif, menfi yahut müspet olmasını müzakere edecek olursak:
1.Kader nokta-i nazarından bakıldığında;
Tarihçe sabittir ki, bazı peygamberlerin çocuklarının, bazılarının ise hanımlarının; küfür üzere bir hayat süregelip imansız gitmelerine dair çok numuneler kayıtlara geçmiştir; bir ders ve ibret vesikası olmak üzere biz insanoğluna..
Hz.Nuh aleyhisselamın oğlu, Hz.Lut aleyhisselamın hanımı, peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselamın amcası vesaire daha nice misallere şahitlik etmek mümkündür.
Bu durum Tegabün suresi, 14. ve 15. Ayetlerde şöylece ifade edilmiştir;
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.”
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”
Hal böyle iken bazı nur talebesi ağabeylerimizin aile imtihanlarına tabi tutulması, kaderin bir takdiridir ki; bizlere netice itibariyle rıza göstermek düşer bu takdir-i ilahiye..
İnsanlık âleminin yıldızları ve güneşlerinin tabi tutulduğu bu şedit aile imtihanında; mezkûr enbiya, evliya ve asfiyaların, ahfad ve varisleri hükmündeki nur talebelerini hariç tevehhüm etmek abes olacaktır ehl-i tahkik nazarında..
Bu meselede istikametin ihtiyar edilmesi zarureti vardır. Aile içinde ki ilişkilerimizde, vasıtamızla vücuda gelenfiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye yani kadere vermektir ki; bu vasat ve beyne-beyne olan Ehl-i Sünnet Mezhebini ihtiyardır. 2
Adeta bir şehir efsanesi haline gelen; “Nur ağabeylerin, ekseriyetle çocuklarının nur talebesi olamadığı yahut olamayacağı” şeklindeki tasavvurların hiçbir hakikati yoktur.
Böyle bir su-i fehm içerisinde olan yahut çocuklarının felahı konusunda ye’s hastalığına mübtela olanların, acaba Kaderin levh-i ezelisinden çocukları hakkında gelen bir malumatları mı var?
Zira çok sayıda nur ağabeyin, çocuklarından bir veya daha fazlasının çok keyfiyetli birer dava adamı olarak; iman ve kur’an hizmetinde nurani hizmetler icra ettiğine çok zamanlarda şahitlik etmişizdir.
Üstad bediüzzaman hazretlerinin Emirdağ hayatında nice hizmetleri sebkat eden çalışkanlar hanedanının ailecek yaptıkları nurlu hizmetler, mezkûr mes’elemize bir hüsn-ü misal nev’inden risale-i nur’un şanlı tarihin de bihakkın yerini almıştır.
Aynı zamanda bazı nur talebesi eşhasın akaribi hakkında menfi durumların da söz konusu olduğu zaman ve zeminlerin vücudu, fil vaki’ hakikattir.
Dolayısıyla kader penceresinden, nur ağabeylerin ailevi imtihanlarından olan çocuklarının maddi ve manevi, menfi yahut müsbet dünyevi duruşlarına nazar ettiğimiz vakit; kaderin de hissesini unutmamak, şüphesiz istikametin lazımı olacaktır.
2.Cüz-i İradenin Sarfı Nokta-i Nazarından bakıldığında;
Üstad hazretlerinin, “Fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye vermek” şeklinde tarif ettiği veistikametli bir duruşu nazara veren bu nurlu düstur; hayat-ı içtimaiyenin temeli hükmündeki aile hayatında vukua gelen ve gelecek hadisata karşı istimal edilecek yegâne rehberimizdir.
Dolayısıyla, aile bireyleri arasında vuku bulacak fiillerin bidayetinde, irade-i cüz’iyenin istikametle sarfı noktasında; bazı ehemmiyetli nurlu düsturlar, ikaz ve ihtarlar ile vücuda gelebilecek maddi/manevi yaralara merhem olabilecek nur’dan reçeteleri zikretmekle, nazar-ı dikkatinize arz ediyoruz;
İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani melufları olan şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. 3
Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm.4
Dünyaya gözünü açtığı andan itibaren, hayatının neredeyse tüm evrelerinde kırmızı kitaplarla haşir neşir olan bir nur talebesi ağabeyin çocuğunun; şüphesiz ilk ve ciddi imtihanı olan “ülfet” hastalığına nazar etmekle müzakere ve mütalaasını yapmak ve netice de ahirzaman doktorunun manevi ilaçlarını hakkıyla istimal etmek icap ediyor.
Nur’dan Reçetesi: Cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me’luf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder. Evet, gözleri açan yalnız nücum-u Kur’aniyedir. Öyle nücum-u sâkıbedirler ki: Cehlin zulmünü ve nazar-ı sathînin zulümatını def ettikleri gibi; âyât-ı beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarını ve zahirperestliğin perdesini parça parça ederek, ukûlü âfâk ve enfüsün hakaikine tevcih edip irşad etmişlerdir. 5
Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tedkikat yap. Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun. 6
Aile içerisinde söz ve sorumluluk sahibi büyüklerin; çocuklarının yetişme evrelerinde yapacakları müdahaleler ve fıtrattan gelmekle cinslerine has olan hususlarda ki gösterilmesi icab eden hassasiyet gibi çocuklarıyla olan maddi ve manevi tüm münasebetlerinde, azami ihtiyat ve lazımı olan nurlu malumatları elde etmelerizaruretidir. Bu nurlu malumatların;
Birincisi; çocukların fıtratlarına muvafık bir cereyanın verilmesidir. Çocuklarımızın, yaradılıştan ruhlarına işlenmiş ve fıtratları icabı yeşerdikçe vücuda gelmeye başlayan meyillerini zapt-u rapt altına almak yahut istidat ve kabiliyetlerinin inkişafına mani olmak bir yana; onların yaşayacakları zamana ve fıtratlarına uygun zemini hazırlamak gibi bir ehemmiyetli vazife ile vazifedar kılınmıştır kaderce ana-babalar..
Üstadımızı ve her biri çocuklarımıza ziyadesiyle nümune-i imtisal olabilecek türlü istidat ve kabiliyetlerde ki saff-ı evvel nur ağabeyleri; birer rol model olarak görmemek, tanımaya çalışmamak suretiyle gelecek nesillere hakkıyla ayine olamamakla birlikte perde olmak..
Nur’dan Reçetesi: “..fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensura gider veya sathî kalır.” 7
“Bir işde muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatını muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde fıtrat, adem-i muvafakatla cevab verecektir. Ve keza heyet-i içtimaiyede, umumî cereyana muhalefet etmemek lâzımdır. Muhalefet edildiği takdirde, dolabın üstünden düşer, altında kalır.” 8
İkincisi ise; Hz.Ali(r.a) efendimizin; “Çocuklarınızı kendi yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin..!” şeklinde buyurduğu veciz sözünü, şüphesiz vird-i zeban etmenin zaruretinin hasıl olduğu bir zaman ve zeminde yaşıyoruz.
“Bizim zamanımız da nurculuk böyle miydi?” şeklinde başlayan gereksiz sorgulamalar neticesinde, yaşanılan zamanın doğru okunamamasından kaynaklanmakla yapılan haksız ve insafsız tenkidler..
Ve bu şuursuz ve hikmetsiz ahvalin meyvesi olarak, Ana babaların; Çocuklarının meyelan-ı fıtriyelerine değer vermemek demek olan; türlü istibdat ve bekçi misali tarassutlar neticesinde, bir ömür devam edegelen fıtratlarını bozmak gayretleri..
Nur’dan Reçetesi: “Beşerin kendi meylini kuvveden fiile çıkarmasına meyelan-ı fıtriyesidir. Zira meyillerinden birisi; hayret verecek acib şeyleri görmeye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meylidir. Buna binaen vakta beşer, nazar-ı sathî ile kâinat kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-yı ruhanîyi zevkedemediğinden; kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve kanaatsızlık ve hârikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden..” 9
“Zaman-ı sabavetimden beri üssülesas-ı meslekim; ifrat ve tefrit ile hakaik-i İslâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlarına saykal vurmak idi.” 10
Bediüzzaman hazretlerinin veciz bir surette nazar-ı dikkatimizi celbettiği bir husus olan; aile hayatında da, ifrat ve tefritten uzak, istikamet üzere bir duruşun meslek ve meşrebimizin esası olduğuna dair beyanatıdır.
Dolayısıyla aile hayatı içerisindeki ahval, akval ve ef’alimizde istikameti yaşanılır kılıp, içtimai hayatımızın bir parçası haline getirmek lüzumunu ihsas eden üstadımıza intisap edip emrine amade olmak demek olan; risale-i nur külliyatının hususan içtima-i hayatımıza birer reçetesi hükmündeki lahika mektuplarını çokça mütalaa edip okumak ve aile içi ilişkilerde ehil olmakla birlikte nurlara vakıf olan ağabey ve kardeşlerden istifade etmek adına, istişare ve meşveretleri içtimai hayatımızın merkezine almaktır.
Üstad hazretlerinin “Biraderzadem” dediği, abisi Abdullah’ın oğlu Abdurrahman ile arasındaki amca-yeğen ilişkisinde ki; muhatabiyet, beraberlik, işbirliği, kabullenme ve hizmet etme ortaklığı, heyecan verici bir aile içi akrabalık örneğidir.
Zira yeğen Abdurrahman, 26 yıl gibi kısa bir ömür sermayesine, amca Üstadın çok özel ve duygulu takdirini yerleştirebilmiş bir genç olmakla birlikte; Üstadının çok ümit beslediği, zihni değerlerini ve inkişaf haritalarını, geleceğe matuf hizmet arzularını onunla paylaştığı ve güvendiği bir akaribidir Abdurrahman.
Üstad hazretlerinin, yeğeni Abdurrahman ile muhatabiyeti; istikamet üzere nurcu bir Baba-oğul ilişkisi ve diyaloğu için hüsn-ü misal çok iyi bir numunedir.
Bir büyükle, amcayla, babayla, ağabeyle, yeğenle nasıl arkadaş, kardeş gibi olunabilir?
Aile içerisindeki Hizmet beraberliği nasıl tesis edilebilir?
Çocuklarımızı, yüksek hedeflere nasıl yönlendirebiliriz?
Çocuklarımızla; Neler konuşulur, neler konuşulmaz?
Onlara nasıl değer verilir ve güvenilir?
Bütün bu soruların cevabına ışık tutacak yaklaşımları, Üstad hazretlerinin Abdurrahman Nursi ve yakın talebelerinden Ceylan Çalışkan’la olan münasebetlerinden okumak mümkün.
Şimdi samimi ve ciddi bir nefis muhasebesi yapmak suretiyle, kendi kendimize şu soruları tevcih edip soralım;Acaba evimizde, komşularımızda yahut çevremiz de Abdurrahman’lar var mı?
Değer verdiğimiz, ilim aşıladığımız, maddi ve manevi kariyer yaptırdığımız; “Zeki, cesur, sadık ve metin” çocuklarımız, kardeşlerimiz, yeğenlerimiz, kardeşten öte talebelerimiz var mı?
Elbette vardır.
Eminim bunları çoğaltmak için büyük bir gayret içindeyiz.
Risale-i Nur’da Abdurrahman’la alakalı bahisleri –mutlaka- hususi olarak yahut mütalaalı bir daha okumayı temenni ediyoruz. Şahsiyetli dava adamı bir çocuğumuzu yahut gencimizi yetiştirmenin satır araları var orada.
Hülasa, şahsımıza takipçi aramıyorsak, “Üstadımızın Abdurrahmanları” yetişmeli.
Yine Hekimoğlu İsmail ağabeyin, Zübeyir ağabeyle aile içerisindeki bir vukuatın hayra tebdil edilmesi yahut tamir edilmesi adına yapmış olduğu bir istişareyi istifadelerine arz ediyoruz; “Bir gün hanımla aramızda ufak bir münakaşa geçmişti. Canım fena halde sıkkın… Kısıklı’daki Millet Parkı’na gidip biraz hava alayım dedim. İyi gelmedi. Kalkıp derse gideyim dedim. Süleymaniye, Kirazlı Mescit Sokak’taki dershanedeyiz. Zübeyir Ağabey geldi, dersi dinledi. Ders bitince parmağıyla bana işaret edip, “Kardeşim, gelir misin?” dedi. Arkasından yürüdüm, birinci kata çıktık, daracık bir odaya girdik, odada yastık kadar bir pencere, hemen yere oturdum. Zira sandalye falan yoktu, yatağına oturmamak için böyle davrandım. O da yere oturdu; “En temiz hava, medresenin bodrumunda var.” der, o küçük odada yaşardı. Geceleri uyuyamazdı. Hastalığından, otlardan, ilaçlardan söz etti; “Kardeşim, bir kadına anası, babası, çevresi, okul ve hakeza dokuz unsur yanlışı söylüyor, doğruyu söylese söylese yalnız kocası söyleyecek. Bu bakımdan bir kadının dokuz hatası olsa da imanı varsa, tahkik-i imandan yana ise onun diğer kusurlarına bakılmaz… Ben hasta olduğum için hep kendi hastalığımla meşgulüm kusura bakma kardeşim…” deyip yine teferruata döndü. Böylece manevi âlemime bir neşter attı, çıbanı deşti, rahatladım. Kâinat çapında İMAN DAVASI varken, ne diye teferruatla uğraşıyorum? Yük, benim yüküm. Bu yükü eşimin sırtına yüklemem yanlış, ben evlendimse bir hanım almak istemiştim, dava adamı değil…
Zübeyir Ağabey her meseleyi böyle Risale-i Nur’lara bağlardı. Her müşkülü Risale-i Nur’larla çözerdi. Bize de bunu öğretmişti. Bu mübarek ağabeyimizin kabrini ziyaret ettiğimde dedim ki; “Ömrünü bu derece ilme vermiş, dini için eziyet çekmiş, fakir yaşamış, ‘Helal daire keyfe kâfidir amma bu helal daire hizmete mani olmamalıdır’ hassasiyetiyle yaşayan bu mübarek ağabeyimizin makamı cennettir. Onu mezarda aramak boşunadır.”
Elhasıl:
Üstad hazretlerinden ve onun yüz otuz parça nurlu eserlerinden, denizden katre misali bir parça izah etmekle nazar-ı dikkatinize arz ettiğimiz bir kaç düsturdan öte de; “Bugünlerde herkes sıkıntıdan şekva ediyor. Âdeta manevî havanın bozukluğundan, maddî ve umumî bir sıkıntı hastalığını vermiş. Hattâ bana da bir gün sirayet etti. Bizim her derdimize ilâç olan Risale-i Nur ile meşgul olanlarda, o sıkıntı hastalığı ya yok veya pek azdır.” şeklinde veciz bir surette ifade ettiği külli hakikatlere kulak verip intisab etmelidir; kendisini nurcu olarak gören yahut görmeyi arzu ve tasavvur eden her bir nur talebesi.. 11
Madem hakikat böyledir.
O halde, evvel-ahir vazifemiz; risale-i nurlarla meşgul olmakla, her derdimize ilaç olacak reçeteleri bulup istimal etmek..
Bu ilaçları nefsimizde tecrübe ettikten sonra; hanım ve çocuklarımızda, sonrasında ise diğer akaribe karşı istikamet üzere ve lisan-ı kalden ziyade bir ehemmiyet ve te’sire sahip lisan-ı hal üzere bir duruşa sahip olmaya gayret göstermek..
Ve böylece, fiillerimizin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye vermekle; bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görüp, derk edecektir.
Azmettikten sonra, Allaha tevekkül et.
Kaynakça
Sözler, Onuncu Söz, Zeylin Birinci Parçası, syf.97
Ayrıntılı bilgi için bakınız. İşarat-ül İ’caz, Fatiha Suresi, syf.24
Mesnevi-i Nuriye, syf.196
Emirdağ Lahikası-2, syf.121
Muhakemat, syf.49
Mesnevi-i Nuriye, syf.147
Tarihçe-i Hayat, syf.140
İşarat-ül İ’caz, syf.110
Muhakemat, Birinci Makale, On ikinci Mukaddeme
Muhakemat, Birinci Makale, On ikinci Mukaddeme
Kastamonu Lahikası, syf.249