2 – RUHUN BİRLİĞİ VE BEDENE İŞLEMESİ
İnsan bir bütün olarak gözlemlenebildiği için, normal bir insanın tüm özelliklerini – simetrik iki eli ve başında beyni olması, canlı olması, görmesi, sesleri işitmesi, bilinçli olması yani kendi varlığının ve çevresinin farkında olması gibi – belirlemek mümkündür. Ölmüş bir insan bedeninin de canlısıyla aynı maddi organlara sahip olmakla beraber hayat, görme, işitme ve bilinç gibi özelliklerinin olmadığı kolaylıkla gözlemlenebilir. Yeni ölmüş bir insanın cesediyle az önceki canlı bedeni arasında madde olarak hiçbir fark olmadığına göre, canlı bir insan ile ölü cesedi arasındaki her farkın madde-dışı yani mana olması mantık gereğidir. O zaman akla uygun ve mantıken tutarlı bir yaklaşım, insana ‘İnsan = Beden + Ruh’ olarak bakmak ve ruhu da ‘canlı bir insanda olup da ölü cesette olmayan her özellik’ olarak tanımlamaktır. Yani ruh, maddî beden veya ceset dışındaki her şeydir.
Başka bir ifadeyle, ölmüş bir insanla canlısı arasındaki her fark – hayat, görme, işitme, akıl, bilinç, bilgi, irade, sevgi, zevk ve acı, hayal etme, rüya görme, benlik, hırs gösterme, cömertlik, sanat ve güzellik anlayışı, adalet hissi ve ebedî yaşama arzusu gibi – madde dışı veya manadır. Ve madde-dışı (daha doğrusu fizik-üstü) olan bu sıfatların toplamına mana veya ruh denir. Görünen fizik âleminin parçası olmayan bir şey evrendeki fizik kanunlarına tabi olmayacağına göre, ruhun zaman veya mekân kısıttı olamaz. Yani ruh, zaman ve mekân üstü ve dolayısı ile ölümsüzdür. Ruhun bu özelliğinden dolayı, insan hayalen geçmişe gidip güzel bir anısını zevkli bir şekilde tekrar yaşayabilir; veya geleceğe gidip onu bugünden şekillendirebilir. Uyku esnasında fizik alemini algılama mekanizmaları olan beş duyu devre dışı iken, fizik-ötesi rüya aleminde zaman ve mekân kısıtları olmadan en lezzetli yemekleri yiyebilir ve en güzel manzaraları seyredebilir.
Sağlıklı bir kişi ile, beyin ölümü gerçekleşmiş ancak nefes almak gibi bedensel fonksiyonları mekanik olarak makinelerle devam ettirilen bir kişi arasındaki gözle görmekten kendini bilmeye, sevmekten bir kelebekteki sanat ve harikalığı idrak etmeye, üzülmekten sonsuz yaşamı istemeye kadar her şey, ruhtur. Ev veya işyerinde sağlıklı bir insan bedeniyle yapılabilen her şeyi mekanik olarak yapabilen gelişmiş bir robot ile insan arasındaki her fark da – hayat sahibi olmak, söylediklerini anlamak, yeni yerler görmekten heyecan duymak ve zevk almak, birisine kızmak ve intikam almaya kalkmak, vs. – yine ruhla ilgilidir. Maddenin temel yapı taşları olan atomlarda olmayan ve dolayısı ile maddeden kaynaklanmayıp dışarıdan gelen her özellik madde-dışı ruha aittir.
Atom ve molekül yapısı olarak, yerde hareketsiz yatan ölü bir ceset ile canlı bir insan arasında hiçbir fark yoktur (Hatta kalbi durup yeni ölmüş birini kalp masajı ile tekrar hayata döndürmek de mümkündür). Yani ölü bir insan bedenindeki karbon, oksijen, hidrojen, azot vs. atomları ile canlı bir insan bedenindeki karbon, oksijen, hidrojen, azot vs. atomları birbirinin tamamen aynıdır. Demek hayat dâhil, canlı bir insanda olup ölü bir bedende olmayan her şey madde-dışıdır ve o madde-üstü olup maddeye nüfuz eden niteliklerin bütünü ruhtur.
Bizim doğuştan beri canlılık, sevinç, güzellik, bilinç, neşe ve sevgi gibi, aslında maddenin hiçbir yerinde olmayan şeyleri ancak maddede (örneğin neşeyi kahkaha atan bir insanda) görüyor olmamız ve madde olmayınca onların da olmaması, yani madde ve manayı birlikte görme alışkanlığımız, mananın da kaynağının bildiğimiz madde olduğu şartlanmış lığını beraberinde getirmiştir. Hatta insanlar neşelendiklerinde beyinlerinin belli bölgelerindeki nöron ateşlemelerinin daha aktif hale gelmesi, neşenin kaynağı olarak sunulmuştur. Yani şablon ve ekran, kaynak ile karıştırılmıştır.
Keza, beyindeki görme merkezi hasar gördüğünde insanların kör olması, görmenin kaynağının beyindeki görme merkezi (ki bir avuç karanlık atom yığınından ibarettir) olduğu zannını doğurmuştur. Halbuki, evdeki musluk bozulunca da su akmaz. Ama bu gözlem, suyun kaynağının musluk olduğunu göstermez. Çünkü şekillendirilmiş birkaç metal parçasından ibaret olan musluğun kendisinde su yoktur; ve bir nesnenin kendisinde olmayan bir şeyin bitmez tükenmez kaynağı olduğu iddiası abestir. Su, eğer neşe gibi görünmeyen madde-dışı bir şey olsaydı, açma-kapama aparatının konumuna bağlı olarak musluğun suyun kaynağı olduğu fikri hiç de garipsenmeyecekti.
Bu aldatıcı görünüşten hareketle, varlığı madde ile sınırlayan materyalist dünya görüşü – ki bilim değil, ideoloji ve ön kabuldür – bu manayı maddenin etkileşimleri (her ne demekse) sonucu oluşan geçici tezahürler olarak görür. Hayatı da kimyasal reaksiyon olarak görür. Ancak bu da bilimsel değildir çünkü her canlıda kimyasal reaksiyon vardır, ama hiçbir kimyasal reaksiyonunun canlılık ürettiği görülmemiştir. Varlığı madde ve madde-dışının (mana) uyumlu bir kombinasyonu olarak gören düalist (ikici) bakış açısı ise manayı yani ruhu öz ve esas varlık, maddeyi ise kabuk veya elbise olarak görür. Bu durumda ölüm denen olay, ruhun ömür boyu yavaş yavaş değiştirmekte olduğu beden elbisesinden bir anda soyunmasından başka bir şey değildir.
Bir sonraki yazımız: BEYİN – KOKPİT İLİŞKİSİ
Yunus Çengel
Nevada Üniversitesi, Reno (ABD)
2017