Uykusuzluğa iyi gelen bitkileri biliriz de, bitkilerin uyuyup uyumadıklarını pek bilmeyiz. Bitkilerde elbette bizim anladığımız manada bir uyku durumu yoktur. Ancak bazı bitkilerde hareket şekli olarak uykuya benzetilen davranışlar vardır.
Bazı bitkilerde yapraklar gün batımı ile birlikte üst üste kapanır, gün doğumu ile birlikte yeniden açılır. Bu hareket uyku hareketine benzediği için botanik biliminde bu duruma “NİKTİNASTİ” (Uyku hareketi) adı verilmiştir. Örneğin yol kenarlarında sıklıkla rastladığımız Akasya bitkisinin yaprakları bileşik yaprak tipindedir, yani küçük yaprakçıklar bir eksenin iki yanında simetrik olarak karşılıklı dizilmişlerdir. Bu bitkilerde gün boyunca yaprakçıklar birbirinden ayrıdır, gece ise sanki uyku durumuna geçermiş gibi yaprakçıklar birbiri üzerine kapanır.
Bitkilerde uyku hareketin mekanizması oldukça karmaşıktır. Bu uyku hareketi yaprak sapının dala bağlandığı yerdeki şişlik (yastıkçık/pulvinus) te bulunan özel hücrelerde meydana gelen turgor değişimine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Yapraklar, gün ışığındaki değişimi algılayacak şekilde tasarlanmıştır. Gün ışığındaki değişim, yaprak damarları vasıtasıyla yaprak sapının gövdeye bağlandığı yerde yer alan özel hücrelere iletilmektedir. Gelen mesaja göre buradaki hücreler ya turgor hale gelir yaprakçıklar açılır ya da turgorunu kaybedip büzülür ve yaprakçıklar üst üste kapanır. Yani yaprak sapındaki hücrelerin su alıp şişmesi ya da suyunu kaybedip büzülmesi sonucu yapraklar da açılıp kapanmaktadır.
Odunsu bir yapıya sahip olan ve ne gözleri, ne saati, ne de sinir sistemi olmayan bitkinler yapraklarını kapama ya da açma vaktini nasıl hesaplamaktadırlar? Evrim hipotezini savunanlara göre, bitkilerdeki bu ve buna benzer hareketler zaman içinde gelişen tesadüfî değişimler sonucu ortaya çıkmıştır şeklinde izah edilmektedir. Odun gibi cansız ve ruhsuz bu bitkilerin ışık periyodundaki değişimleri algılayacak bu mekanizmayı kendi içinde kurması, sonra da bunun için gerekli olan genetik bilgiyi kodlayıp hücrelerine yerleştirmesi ve bu bilgiyi gelecek nesillere aktarması elbette ki mümkün değildir. Böyle bir iddia bilimsellikten olduğu kadar akılcılıktan da uzaktır.
Bitkilerde her an bu uyku hareketine benzer bir çok fizyolojik olay gerçekleşmektedir. Gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bu tür biyolojik olaylar, “Genlerin kontrolü”, “Yapraktaki ışık reseptörleri” ya da “Hormonal yönlendirme” ile oluyor gibi isimler vermekle güya bilimsel bir şekilde açıkladık sanıyoruz. Oysa isim vermekle bu olay açıklanmış olmuyor. Bu bir açıklama değil bu bir adlandırmadır. Materyalist bakış açısı ile yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikati bir nam takarak; malûm bir şey gibi: “Bu budur” deyip bu olayları sebeplere, tesadüflere, tabiata havale etmek ya da evrim sürecinde uzun süren zaman dilimi içerisinde kendi kendine ortaya çıktı demek bu mucizelerin arkasında iş gören harika kudret elini perdelemektir. Bu bilim değil materyalizmdir.
Yanlış anlaşılmasın, bu tür bilimsel olayları elbette laboratuarlarda deneylerle araştıracağız, nedenlerini bulmaya çalışacağız, bilimsel çalışmalarımız yapacağız. Ancak bunların arkasındaki planlayıcıyı da unutmayacağız. Tabiatta her şey kanunlar ve sebepler dairesinde cereyan eder. Bu da bize, bu kanunları koyan ve bu sebepleri kullanan sonsuz ilim sahibi bir Yaratıcının varlığını gösterir. Bilim ise; Yaratıcının kudretiyle gerçekleşen bu girift hâdiselere sebepler dairesinde izah getirmektedir. Ancak aklı ile beraber vicdanını da çalıştıran hakiki münevverler sebeplerin arkasındaki gizli kudret elini görebilmektedirler.