SOY AĞACI TÜRLERİN ORTAYA ÇIKIŞINA KANIT OLAMAZ – II
Galaksiler ile biyolojinin ne ilgisi olabilir demeyin. İlgi bilimsel metodun benzerliğindedir. Evet, her farklı bilim dalı farklı varlıkları, olguları incelemeyi amaç edinmiş olsa da, genelde kullanılan yöntemler, inceleme, araştırma ve öğrenme metodları, çalışma usulleri bir birine benzer. Örneğin, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi, felsefe, tıp, psikoloji gibi burada sayamayacağımız kadar çok sayıda farklı bilim dallarındaki ortak özellik; önce ilgi alanının tanımlanması ve sonra ilgi alanına giren eşya ve konuların sınıflanmasıdır. Tanımlama ve sınıflamada başarılı olamayan bilim dalları bir varlık gösteremedikleri gibi araştırma konusunda ilerleme kaydetmeleri de söz konusu değildir.
Astronomi en eski bilim dalları arasında sayılmasına rağmen astronomlar yıldızları 20nci yüzyılın başlarına kadar hakkıyla sınıflayamamışlardır. Bu bir bakıma bilgiye erişebilirlik, bilgi birikimi ve teknoloji ile ilgilidir. Yıldız ışıklarının aynalı veya mercekli teleskoplar ile toplanıp tayflarının fotoğraf plaklarına kaydedilmesi, sıcaklığı ve tayf türü farklı yıldızların varlığının anlaşılması, uzaklık ölçme yönteminin pekiştirilmesi için insanlık 19ncu yüzyılın sonlarına kadar beklemiştir. Nihayet, yıldızların ilk iki boyutlu sınıflaması (dik eksende mutlak parlaklık, yatay eksende sıcaklık) 1911 yılında Ejnar Hertzsprung ve hemen akabinde 1913 yılında Henry Norris Russell tarafından bağımsız olarak ilan edilmiştir. Bu zamana kadar, tarih boyunca astronomideki gelişmelerin tamamı yıldızlar arasında gezen, bu yüzden gezegen diye tanımlanan, gezegenlerin konum gözlemlerine bağlı kalmıştır. 1609 yılında mercekli teleskobun icadı, 1838 yılından sonra yıldız uzaklıklarının ölçülebilir hale gelmesi yıldız astrofiziğindeki hareketlenmeyi başlatmış, 1911 ve 1913 yıllarından sonra iki boyutlu düzlemde yıldızlar neden homojen dağılmadı sorusuna cevap aramakla ilk yıldız iç yapısı ve evrimi teorileri öne sürülmüş, dağılımı açıklamaya yönelik ilk teoriler gözden geçirilmiş, 1940 lı yıllarda proton-proton zinciri ve karbon-azot-oksijen çevrimi ile hidrojen füzyonu reaksiyonlarının anlaşılmasıyla yıldız iç yapısı ve evrimi teorileri bilimsel özüne kavuşmuş, ilerleme rayına oturmuş şimdi devam etmektedir.
Batı dillerinde “Milky Way” (Sütlü Yol), bizde “Samanyolu” kavramı ortaçağ, ilkçağ, hatta Babil dönemine kadar geri gittiği söylenebilir. Yıldızlar Dünya’dan bakıldığında gök küresi üstünde homojen dağılmaz. Belli burç veya takım yıldızlarından geçip tüm gökyüzünü çevreleyen ışık sisinden bir çember veya gök yüzünde puslu bir yol gibi sadece Ay’sız gecelerde varlığı farkedilen bu görünüş aslında Güneş gibi 200 milyar yıldızı barındıran Samanyolu galaksisinin Dünya’dan görünüşünün bir tasviridir. Galaksimiz Samanyolu, eski dilde Kehkeşanböylesine muhteşem ve görkemli görünmesine rağmen, astronomide galaksi kavramı, ve Samanyolu’ndan başka galaksilerin de olduğu bilgisi 1930 yılına kadar netleşmedi. Güney yarı küreden çıplak gözle görülen Büyük ve Küçük Macellan Bulutları, kuzey yarı kurede gözü keskin olanların çıplak gözle görebildiği Andromeda galaksisine ek olarak mercekli teleskoplar ile görülmüş bir çok galaksi Samanyolu’nun dışında ayrı, bağımsız, farklı galaksiler olarak düşünülmüyor, evrendeki tek galaksi “Samanyolu” içine yerleştirilmiş teşekkülü henüz bitmemiş yıldız-gezegen sistemleri olarak düşünülüyordu. Uzaklık ölçümünün gelişmesine bağlı olarak Samanyolu’nun evrendeki tek galaksi olmadığı Andromeda ve Macellan bulutlarının Samanyolu çapına göre çok daha uzakta olmalarının belirlenmesinden sonra anlaşıldı. Galaksi tanımı ve kavramının böylece gelişmesinden sonra, beklenen o ki, ilk iş galaksilerin sınıflandırılmasıdır. İlk sınıflama Evrenin genişlediğini keşfeden Edwin Hubble tarafından yapılmıştır. Bu konuda ilk makale 1926 yılında “Ektragalactic Nebulae” Başlığı altında Astrophysical Journalda yayınlanmıştır1.
En güçlü teleskopla bile bakıldığında boyutsuz, bir nokta gibi görünen yıldızların aksine, galaksiler belli belirsiz, sisli bir bulut gibi görünür. Teleskopla fotoğraf çekmenin avantajı, uzun poz süresine ve teleskobun ışık toplama gücüne bağlı olarak galaksi resimlerinin daha belirgin hale gelmesidir. Edwin Hubble, zamanının en büyük ışık toplama gücüne sahip, Mount Wilson Gözlemevindeki 2.54 metre çaplı teleskopla fotorafı çekilmiş 400 ektra-galaktik nebulayı incelemiş, görünüş şekillerini temel alarak galaksileri sınıflamıştır. Galaksilerin Hubble sınıflamasını gösteren bir diyagram aşağıda görülmektedir:
Sekil 1 – Galaksilerin Hubble sınıflaması – diyapazon (tuning fork) diyagramı (Halton C. Arp 1963, Scientic Amarican, vol 208, p70)
Hubble makalesinde yukarıdaki gibi bir diyagramı kullanmamış, sözel olarak anlatmayı tercih etmiştir. Yan yatmış diyapazona benzemesi bakımından astronomlar ve astrofizikçiler arasında bu diyagram diyapazon diyagramı olarak bilinmektedir. Hubble’ın makalesini okuduğunda, okuyucu böylesi bir diyagramı kolaylıkla hayal edebilmektedir. Böylesi bir hayal de, insan zihninde galaksi evrimi düşüncesini ateşlemektedir. Galaksi evriminden özenle söz etmeyen Hubble’ın aksine diğer astronom ve astrofizikçiler Hubble’ın bu makalesinden sonra galaksi evrimi ile ilgili makaleler neşretmeye başlamıştır. Demekki sınıflamanın arkasından evrimi düşünmek bilimin işleyişinde bir standart yol gibi görünüyor. Tecrübeyle sabit olmuştur ki, benzer durum yıldızların sınıflanmasından sonra da yaşanmıştır. Biyolojide de yaşanmış olması muhtemel değil midir?
Biyolojinin ilgi alanı düşünüldüğünde, bilgiye erişimin göreli olarak daha kolay olması yüzünden Dünya’daki canlıların sınıflandırılması, yıldız ve galaksi sınıflamasına göre çok seneler önce gerçekleşmiştir. Ortaçağda İslam alimlerinin varlıkları ve canlıları sınıfladığı bilinmektedir. Aynı gelenek batıda da devam etmiştir. “Türlerin Kökeni” başlıklı bir kitabı 1859 yılında yayınlamakla, biyolog Charles Darwin’in yapmak istediği de aslında o günlerde mevcut olan canlıların sınıflandırılmasını gösteren “Canlılık Soy Ağacı”na bakıp canlı türlerinin nasıl var olduğu hakkında bir görüş önermekten başka bir şey değildir. Galaksi türlerinin sınıflamasını gösteren yukarıdaki diyagram (Şekil 1) ile Dünya’da tespit edilmiş canlıların sınıflamasını gösteren aşağıdaki diyagramın (Şekil 2) benzerliğine dikkat ediniz.
Şekil 2 – Dünya’da yaşayan canlıların sınıflandırılması – Canlılık Soy agacı ( http://www.origin-of-mitochondria.net/?attachment_id=164 )
Gerçekten, canlılık soy ağacı (Şekil 2) 90 derece sağa veya galaksi soy agacı (diyapazon diyagramını) (Şekil 1) dalları yukarı gelecek şekilde 90 derece sola döndürülürse birinin diğerine ne kadar da çok benzediğini göreceksiniz. Tek fark, canlılık soy agacının dallarının daha kalabalık olmasına karşılık, galaksi soy ağacının ise sadece iki dalı olmasıdır.
Önceki yazımızda (Astrofiziğin Darwin’e İtirazı; Soy Ağacı Türlerin Ortaya Çıkışına Kanıt Olamaz. Nurdan Haber, 6 Aralık 2017) ifade edildiği gibi, bilim dallarının işleyişindeki bir sonraki adım görünüşü (diyagramı) açıklama, durumu kurtarma adına ilkel evrim görüşlerinin ortaya çıkmasıdır. Yıldızların iki boyutlu sınıflamasının (yıldız soy ağacı – H-R diyagramı) ardından önerilen ilkel yıldız evrimi önerilerinin eksik ve hatalı olması gibi, galaksi dışı astronomide de hatalı evrim görüşlerinin ortaya çıktığı görülmüştür.
Benzer bir tecrübe biyolojide henüz yaşanmadığı için, biyologlar böylesi bir durumun farkında olmayabilir. Ancak, Samanyolu dışındaki galaksiler hakkındaki gelişmeler, yıldız astrofiziği ile paralellik göstermektedir. Gerçekten galaksi soy ağacını (Şekil 1) görür görmez, birçok extra galaktik astronom/astrofizikçi onun galaksi evriminden haber verdiğini düşündüler. Gunnar Randers2 gibileri eliptik galaksilerin genç olduğunu, yani bir galaksi hayatına E0 türü olarak diyagramın (Şekil 1) solunda başladığını, başlangıçta küresel olan galaksinin dönme nedeniyle disk şeklini aldığını, uzaydaki görünüş açısına göre E0 dan E7 ye kadar alt sınıflarından biri gibi göründüğünü, sonra dönmenin artmasıyla kolların ortaya çıkacağını, daha sonra hızlı dönmenin etkisiyle parçalanacağını iddia ettiler. Buna karşılık Jan H. Oort3 ve Sidney van den Berg4 gibi bazıları, tam tersine, sarmal kollu galaksilerin eliptiklerden daha genç, diyagramda gösterilmeyen düzensiz olarak nitelenen galaksilerin henüz diyagrama girememiş olduğunu, dönme ile birlikte sarmal kollar oluşturacaklarını, zamanla bu sarmal kolların sıkılaşacağını daha sonra eliptik ve nihayet dairesel bir şekle gireceğini iddia etmişlerdir. Bu açıklamaların biyolojide Canlılık Soy Ağacına bakıp, karmaşık üst düzey canlı türlerinin daha basit alt düzey canlı türlerinden oluşmuştur düşüncesine ne kadar benzediği apaçık görülmektedir.
Ancak, Hubble diyagramının (Galaksi Soy Ağacı) galaksi evrimi ile ilgili bir diyagram olmadığı çok geçmeden anlaşıldı ve kabul edildi. Eliptik, sarmal (spiral) tüm galaksilerde parlak genç yıldızların gözlenmesi Galaksi Soy Ağacını (Şekil 1) evrimin kanıtı olarak tartışanları yalanladı. Şayet, iddia edildiği gibi, yani Darwin’in iddiasına benzer, türden türe geçişi öngören bir galaksi evrimi var ise, diyagramın bir ucu genç, diğer ucu yaşlı olmak durumundadır. Oysa genç yıldızların her çeşit galakside görülmesi bu hipotezi geçersiz kılmaktadır. Yani, galaksi evrimi, anlatıldığı gibi bir tür galaksiden farklı bir tür galaksinin ortaya çıkması tarzında değil, sarmal veya eliptik bir galaksinin, yıldız evriminde olduğu gibi, aynı tür içinde kalarak, sanki aynı tür bir canlının (mesela insan) teşekkülü, doğumu ve hayat safhaları ve ölümü şeklinde olması kaçınılmazdır.
SONUÇ
Yıdız astrofiziği ve Samanyolu ötesi astronominin tecrübeleriyle sabit olmuştur ki: SOY AGACI TÜRLERİN ORTAYA ÇIKIŞINA KANIT OLAMAZ. Yıldız veya galaksi evrimi aynı tür içinde kalarak, sanki aynı tür bir canlının (mesela insan) teşekkülü, doğumu ve hayat safhaları ve ölümü tarzındadır. Farkli iki bilim dalında bağımsız olarak elde edilen bu sonuç “Ezel cihetine sonsuz olarak giden hiçbir nev’i yoktur. … Bu nev’iler için birer âdem ve birer evvel-baba lazımdır. … Çünkü bu nevi’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri batıldır. Ve bazı nev’ilerin başka nev’ilerden husula gelmeleri tevehhümü de batıldır. Çünkü, iki nev’iden doğan nev’, alelekser ya akimdir veya nesli inkıtâ’a uğrar, tenasül ile bir silsilenin başı olamaz.”5 diyen Bediüzzaman Said Nursi’yi ve ayrıca 30 Kasım – 2 Aralık 2017 tarihleri arasında Şanlıurfa’da gerçekleşen I. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresinin basın bildirisinde yer alan “.. bir türden bir başka türün tesadüfen meydana geldiğini ifade eden Evolusyon manasındaki evrim … herhangi bir delile dayanmayan felsefi bir görüştür.”6 sonucunu desteklemektedir.
Matematik ve mantık derslerinde öğretilen “A = B, ve B = C ise, A = C dir.” gibi bir düz mantık gerçek hayatta her zaman geçerli değildir. Mesela: Yağmur yağarsa yerler ıslanır. Yerler ıslak! O halde yağmur yağmıştır demek her zaman doğru değildir. Yerlerin ıslak olması, sulama, arazözün meydanı ıslatması, sel baskını gibi daha birçok başka sebep yüzünden olabilir. Aynı şekilde, her hangi bir soy ağacına bakıp (bu bir yıldız, galaksi veya canlılık soy ağacı olabilir) görüneni tavir eder tarzda, temel kuvvetlerin, etken faktörlerin tamamını, bir tanesini bile atlamadan, eksiksiz hesaba katmadan, zorlama bir görüş uydurarak, “türler bu şekilde ortaya çıkmıştır” demek, ve kanıt olarak da soy ağacını göstermek yağmur düşmeyen büyük sahrada (çölde) taşıma suyla sulanmış bir vahayı görüp, toprak ıslak; demekki yağmur yağdı demeye benzer.
Yıldız astrofiziğine göre yıldız evrimi, gelişmiş bir yıldız türünün daha basit yıldız türlerinden evrimleşerek oluşması değil, türü belli bir yıldızın teşekkülü, doğumu (yıldız soy ağacında yerini alaması), mevcut nükleer yakıtlarını bitirmesi ve ölmesidir. Samanyolu ötesi galaksilerin incelenmesiyle de benzer bir sonuca ulaşılmıştır: Yıldızlara göre daha karmaşık yapıda oldukları için galaksi evrimi, yıldız evrimi kadar netleşmemiştir. Galaksi evrimi ile ilgili çalışmalar henüz başlangıç aşamasında olsa da galaksilerin biyoloji dersi açıkça şunu ifade etmektedir: Spiral (sarmal) galaksiler eliptiklerden veya eliptikler spirallerden oluşmuştur diyemeyiz. Demekki türlerin ortaya çıkışı evrim değildir. Evrim, herhangi bir türe ait bir bireyin teşekkülü (yumurtada veya ana rahminde), doğumu, gelişmesi, yaşlanması ve ölmesidir. Türlerin nasıl var olduğu, evrim değil, başka bir problemdir.
Belli ki, biyologlar canlı türlerinin açıklanmasında 1859 yılından beri ciddi bir aşama kaydedememişler, ilk öneriye takılıp kalmışlar, Darwin’in görüşünden öteye geçememişlerdir. Bu konuda yapılması gereken aynı görüşte (belli ki hatalı) ısrar değil, yıldız ve galaksi evriminde olduğu gibi türden türe geçişin olmadığını vurgulayan yaratılış gerçeğini göz önünde bulundurarak, yaratılışın sırlarını, hikmetlerini, gerekçelerini anlamaya ve anlatmaya çalışmak olmalıdır.
Prof.Dr. Zeki EKER
Akdeniz Üniv. Fen Fakültesi.
Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü
Antalya
1 Edwin Hubble 1926, “Extra-galactic Nebulae”, Astrophysical Journal, volume 64, page 321.
2 Gunnar Randers, 1940, “A Note on the Evolution of Extragalactic Nebula”, Astrophysical Journal, vol 92, page 235.
3 Jan H. Oort, 1956, “Evolution of Galaksies”, Scientific American, Vol 195, p 100
4 Sidney van den Berg, 1959, “Evolution of Galaksies”, Publications of Astronomical Society of Pacific, vol 71, p 5
5 İşârâtü’l-İ’caz fi Mezãnni’l-İcâz, Diyanet İşleri Başkanlığı Yaynları – 983, İlmi Eserler – 156, sayfa 416.
6 1. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresinin Sonuç Bildirgesi. 30 Kasım – 2 Aralık 2017, Şanlıurfa.
5