Dinledim dün gece rast faslını kâm-rân oldum.
Rûha kim sesleniyor? Keşf ile şâd-mân oldum.
Mûsıkî âlemi ummân gibi sonsuz ve derin;
Halk eden Kudreti takdîs ile hayrân oldum.
İlk nağmeyi kim, hangi te’sîr altında terennüm etmiştir? Bütün semâvî dînlerde, kudsî metinlerin bir çeşit nağme ile okunuşu, bu tarzın İlâhî bir ilhamla meydana geldiğini akla getiriyor. Kâinâtta her varlığın kendisine takdîr olunmuş bir âhenk içinde hareket ettiği görülüyor. İç içe geçmiş âlemlerin bir büyük nev’i de şüphesiz, sesler âlemidir. Bu âlemin içinde yer alan mûsıkî, öyle bir intizâm ve âhengin netîcesidir ki, bütün rûh, şuûr ve akıl sâhibi olan varlıkları, hissiyât pencerelerinden binlerce yıldır akan pek farklı ve çeşitli bestelerle etkileyip duruyor…“Gûyâ bütün kâinât ulvî bir mûsıkîdir; îman nûru işitir ezkâr ve tesbîhleri.”
Bu umûmî âhengi hisseden; rûhunda, gönlünde bir mûsıkî olarak duyan kişiler o muhayyel sesleri, kendi sadâlarıyla veyâ bir takım âletlerle başkalarının duyabileceği şekle koyarak insanlığa sunmaktadırlar. Bu besteler ya kulaktan veyâ çeşitli kayıtlarla nesilden nesile aktarılmaktadır. Her milletin kendi hissiyâtına uygun şekilde gelişme gösteren mûsıkî, zaman zaman san’at şâhikasına ulaşan eserlerle insanların gönüllerinde yer bulmaktadır.
Dünyâda her varlık ve her hâdise çeşitli dillerle kendilerini yoktan var eden bir Kudret-i Mukaddese’ye işâret etmekle birlikte, bunu her kişinin anlayabilmesi mümkin değildir. Sesler âleminden fışkıran nağmelerin de Hâlık-i Külli Şey’e delâleti, maalesef, herkes tarafından ve her zaman fehmedilememektedir. Kimileri o seslerden nefsî ve hevâî heyecanlar duyarlar. Kimileri kâinâttan dinlenen bestelerin birer bendi, birer terennümü olduğunu hissederler.
Bir kısım insanlar bu iç içe âlemlerin farkında bile olmadan yaşarlar. Onlar için seslerin, bestelerin, notaların, nağmelerin değeri yalnızca bu dünyâ hayâtı ile ilgilidir. Gelip geçici bir neş’e veyâ keder ifâde eder. Kendi nefislerine, heveslerine ve alâkadar oldukları dar bir dâireye hitâb eder. Sonsuzluk içindeki büyük orkestradan bîhaber yaşar ve ölürler.
Bir başka bölümü, o âlemlerin, bütün varlıkları yaratan bir Kudretin eseri olduğunu bilerek; bu sonsuz, geniş ve derin ummân içinde, ancak bir fındık kabuğu mesâbesinde yerlerinin olduğunu idrâk ederler. Bunlar ilim sâhibi insanlardır. İlimleri, onları nefislerine nazar ettirmiş; sonradan yaratılan ve bir müddet sonra da ortalıktan kaybolan şahsiyetlerinde bu hârika işleri yapabilecek bir kàbiliyet olmadığını bildirmiştir. Bu sonsuz âlemde, her şeyde bulunan nizâm, intizâm, ölçü ve âhengin kendi kendine meydana gelemeyeceğini sezmiş ve bunları kesin ve değişmez kurallar ile yaratan bir Kudret-i Mutlaka olduğuna îmân etmişlerdir. Kâinât orkestrasında icrâ edilen bu konserde, her varlık kendi dili ile umûmî beste içinde bir takım notaları seslendirmektedir. “Onlardaki nağamât, bunlardaki harekât; tesbîhattır o akvâl, ibâdettir o ahvâl: Kadîm-i Lemyezele, Hakîm-i Lâyezâle.”
Rüzgârın esmesinde, suların şırıldamasında, denizin dalgalanmasında, kuşların cıvıldaşmalarında, yavrucukların çeşitli seslerle vâlidelerinin nazar-ı dikkat ve şefkatini celbetmelerinde, âşıkların hissiyâtını ifâde sadedindeki tegannîlerinde, âbidlerin duâ ve tazarrûlarında bu büyük orkestranın nağâmâtı duyulur. Her nev, kendine uygun bir tarz ve şekilde hissiyâtını seslendirir. “Sakın zannetme ki, bu îlân ve dellâllık ve tesbîhatın nağamâtıyla tegannî bülbüle mahsûstur. Belki ekser envâın herbir nev’inin bülbül misâli bir sınıfı var ki, o nev’in en latîf hissiyâtını, en lâtif bir tesbîh ile en latîf sec’alarla temsîl edecek birer latîf ferdi veya efrâdı bulunur.”
Milletimiz, asırlar boyu yaşadığı çok geniş coğrafyada, temâs hâlinde olduğu çeşitli kültürlerden insanlarla münâsebetleri netîcesinde, muazzam ve mükemmel bir mûsıkî zevki ve sermâyesine sâhib olmuştur. Maalesef bütün kültürel değerlerimizde olduğu gibi, şu son yüzyılda Avrupa kültürü karşısında devamlı olarak kötülenip aşağılanmasına rağmen, halkımızın tesâhübüyle, bu sâhada ecdâdımıza mahcûb etmeyecek gayretler ve çalışmalar yapılmaktadır. Günün imkânları, geçmişin terâkümü ile birleşerek nice şâheserler ortaya konmaktadır. Çoğumuzun adını bilmediği nice bestekâr ve icrâcı, millî mefâhirimize âit bu sâhada isti’dâdlarının semeresini vermektedirler. Klasik mûsıkîmiz tarzında, yeni tavırlarla bezenmiş pek çok beste arşivlerimizde yerini almış ve meraklılarını beklemektedir.
Bunları İlâhî âlemin güzelliklerini keşif ve seyir için dinlemek, insana lâhûtî âlemlerin kapılarını açacak ve rûhî tekâmüllere vesîle olacaktır. Yeter ki, gönül kulağıyla dinleyip, kalb süzgeci ile tasfiye ederek Hâlık-i asvâtı tefekkür edelim…