Amma ehl-i hakikat ise, verâset-i Nübüvvet sırrıyla ve Kur’ân’ın kat’î ifâdâtıyla görmüşler ki, âyine-i mevcudatta kudret ve irâde-i İlâhiye ile vücud bulan nakışlar Onun eserleridir. “Heme ezost” HAŞİYE-1 tur; “Heme ost” HAŞİYE-2 değil.
Eşyanın bir vücudu vardır ve o vücud bir derece sâbittir. Çendan o vücud,Vücud-u Vâcibe nisbeten vehmî ve hayâlî hükmünde zayıftır; fakat Kadîr-i Ezelînin îcad ve irâde ve kudretiyle vardır.
Nasıl ki, temsilde, âyine içindeki güneşin hakikî vücud-u hâricîsinden başka birvücud-u misâlîsi var. Ve âyineyi ziynetli boyalayan münbasit aksinin dahi arazî ve ayrı bir vücud-u hâricîsi var. Ve âyinenin arkasındaki fotoğrafın resim kâğıdınaintikâş eden suret-i şemsiyenin dahi ayrı ve arazî bir vücud-u hâricîsi vardır, hem bir derece sâbit bir vücuddur. Öyle de, kâinat âyinesinde ve mâhiyât-ı eşyaâyinelerinde esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin irade ve ihtiyar ve kudret ile hâsıl olancilveleriyle tezâhür eden nukûş-u masnûâtın, Vücud-u Vâcibden ayrı, hâdis birvücudu var. Hem o vücuda Kudret-i Ezeliye ile sebat verilmiş. Fakat eğer irtibatkesilse, bütün eşya birden fenâya gider. Bekâ-i vücud için her an, herşey,Hâlıkının ibkàsına muhtaçtır. Çendan “hakâiku’l-eşyâi sâbitetün”dür; fakat Onun ispat ve tesbitiyle sâbittir.
İşte, Hazret-i Muhyiddin, “Ruh mahlûk değil; âlem-i emirden ve sıfat-ı irâdeden gelmiş bir hakikattir” demesi, çok nusûsun zâhirine muhâlif olduğu gibi; mezkûrtahkikata binâen iltibâs etmiş, aldanmış, zayıf vücudları görmemiş.
Esmâ-i İlâhiyeden Hallâk, Rezzak gibi isimlerin mazharları vehmî ve hayâlî şeyler olamaz. Madem o esmâ hakikatlidirler. Elbette mazharlarının da hakikat-i hâriciyeleri vardır.
Haşiye-1
Yani herşey Ondandır. O îcad eder.
Haşiye-2
Herşey O değil ki; “Lâ mevcûde illâ Hû” denilsin.
Dokuzuncu Lem’a / Senin İkinci Sualinin Hülasası