“Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Tâlimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder.” (Sözler,23-Beşinci Söz)
a)“Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki:…”
Maişet derdiyle, zaman bulamadığı bahanesiyle namazını terkeden, talimi ve siperini bırakıp kaçarak, çarşıda dilencilik eden asker gibidir.
Beşinci Sözdeki hikaye-i temsiliyede izah edildiği gibi askerlik vazifesinin esası, talimdir ve siperinde kalmaktır. Maişetini temin etmek devletin vazifesidir.
“Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi: Birader, asıl vazifen, tâlim ve muharebedir. Sen, onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et. O, seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen, âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler.” (Sözler,22-Beşinci Söz)
Kendine vazife olan talimi bırakıp, kendine vazife olmayan, hem altından kalkamayacağı yüklerin altına girerse, asi ve kaçak cezası görür. Çünkü devlet onun için pek çok masraf ediyor. Ordunun çarkları ve teşkilatı onun talim ve muharebe vazifesini hakkıyla ifa etmesi için dönüyor. Asli vazifesini terk eden, o çarkların kurulması ve işletilmesindeki maksada zıd hareket ediyor. Devletin onun maişetini temin edeceğine itimadı yok gibi, kendi maişetini kendisi temin etmek için çarşıda dilencilik ediyor.
Namaz kılmayan adam, aynen bu asker gibidir. İnsanın vazifesi ibadettir. Rızkını vermek ve maişetini temin etmek Cenab-ı Hakkın vazifesidir.
“Gafil olan insan, kendi vazifesini terkeder, Allah’ın vazifesiyle meşgul olur. Evet insan, gafletten dolayı iktidarı dâhilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zaîf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir. Ve aynı zamanda bütün istirahatını kaybetmekle âsi, şakî, hâin adamların partisine dâhil olur.” (Mesnevi-i Nuriye, 224 )
İnsan rahat ve kolay olan ubudiyet vazifesini terkedip, çok ağır olan rububiyet vazifesini kendi üzerine alır. Halbuki Cenab-ı Hak, insandan tatlı ve rahat olan ubudiyet vazifesini yapmasını, rızkını temin etmek ve ona tehacüm vaziyetini alan şeylerden muhafaza etmek gibi ağır olan rububiyet vazifesinin kendisi tekeffül ediyor. Fakat insan rahat olan ubudiyet vazifesini terkedip, oldukça ağır olan ihtiyaçlarını temin etmek ve düşmanlarını defetmek gibi rububiyet vazifesinin altına giriyor.
“Evet insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi talim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir. Binaenaleyh erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle -meselâ- iştigal eden bir asker, şakî ve hâin olur. Bu itibarla insanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.
Amma gerek nefsine, gerek evlâd ve taallukatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah’ın vazifesidir. Evet madem hayatı veren odur. O hayatı koruyacak levazımatı da o verecektir.
Yalnız, hükûmetin asker için ofislerde cem’ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttirdiği gibi, Cenab-ı Hak da hayat için lâzım olan levazımatı küre-i arz ofisinde yaratıp cem’ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atalet, betalet azabından kurtulsun.
Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva’-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!” (Mesnevi-i Nuriye, 224 )
Yani nasıl ki devlet, askerin erzakını kendisi temin edip depolarda topladıktan sonra, o erzakın taşınması, temizlenmesi, pişirilmesi gibi vazifeleri askere yaptırdığı gibi, Cenab-ı Hak da zemin yüzünde yaratmış olduğu yüzbinler çeşit nimetinin toplanması, taşınması gibi hizmetleri insana yaptırıyor. Ta ki insan tembellikten kurtulmuş olsun. Ana rahminde beslediği gibi rızkı ayağına da getirebilirdi. Fakat rızkını temin etmek için çalışmak insan için bir eğlence olur ve onu sıkıntıdan kurtarır. Çünkü hareket bir çeşit lezzettir. (Mesnevi,161)
Görülüyor ki, rızkı veren Cenab-ı Haktır. İnsanın vazifesi ibadet ve namazdır. Çarşıya kaçan asker nasıl ki, “talim ve muharebe vazifesini yapamıyorsam da mazeretim var, çünkü maişetim için çalıştım” diyemez ise, maişet derdi ile namazını terk eden dahi “meşgalemin yoğunluğundan vakit bulamadım” diyemez, demeye hakkı yoktur.
b)“Talimi ve siperini bırakıp…”
Talim namaza, siper ise büyük günahlardan kaçınmaya misaldir. Talim; hareketle olur, müsbettir ve fiili bir keyfiyettir. Siperde kalmak ise, müsbet değil menfidir. Bir fiil işlemek değil, düşmanın taarruzundan korunmak içindir.
Onun gibi, namaz, müsbet bir ibadettir. Bir hareket ve fiil ister. Fakat günahlardan kaçınmak ise, menfi bir ibadettir. Günahların hücumundan korunmak için sünnet ve takva siperine sığınmak lazımdır.
“Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mal-i sâlihadır.”(Kastamonu Lahikası, 148 )
“Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir.” (Lem’alar, 72 : Onüçüncü Lem’a / İkinci İşaret)
c) “çarşıda dilencilik eder.”
Namazını kılmayan, çarşıya gidip maişeti için dilencilik eden asker gibidir.
Niçin dilenciliktir?
Çünkü namaz kılmayan ve maişet derdiyle namazı terk eden, rızkı verenin Allah olduğuna itimadı zayıf olduğundan, sebeblere fazla yapışır. Rızkını o sebeblerden bildiğinden, sebeblere fazla minnettarlık gösterir. Menfaat gelecek yerlere riyakarlığa ve dalkavukluğa mecbur olur. Rızkının teminine dair rububiyet vazifesinin Allah’a ait olduğuna itikadı zayıf olan, sebeblere dilencilik etmeye mecbur olur.
Alaaddin SONKUR