Nurdanhaber-Haber Merkezi
Beyaz Saray’dan bir mühtedi: Robert D. Crane
Günümüzde neredeyse tüm İslam âleminin öyle veya böyle “büyük şeytan” olarak gördüğü ABD’nin kalbi olan Beyaz Saray ile ihtida kavramlarının bir araya getirilmesi iddialı bir başlık olsa gerek. Aslında Beyaz Saray, Müslümanlar’a çok da uzak bir yer değil, herhalde bir ay içerisinde birçok Müslüman -veya mühtedi Müslüman- Beyaz Saray koridorlarında dolaşıyordur. Ancak ufak bir ekleme yapıp olayı “Beyaz Saray’dan” olarak ortaya koyarsak biraz rastlanmadık bir tablo ortaya çıkmaya başlıyor. Velhasıl iddialı bir başlıkla yazıya girdiğimin farkındayım ancak tamı tamına bu başlığın ilgi çekiciliğini karşılayacak bir figürden bahsedeceğim bu yazıda: Robert Dickson Crane. Nam-ı diğer Faruk Abdulhak.
Robert Dickson Crane gibi sıradışı bir figür geçenlerde yabancı basından çevirdiğim bir köşe yazısında ufacık bir bölümde adı zikredilen Robert Crane’in sıfatı, “ilk Müslüman ABD büyükelçisi” olmasıydı. Biraz ilgimi çekip adını Google’a yazınca o sıfatın sadece buzdağının görünen kısmı olduğunu anladım. Kendisi Beyaz Saray’da en üst düzeyde çalışmış bir diplomattı ve daha da ötesinde ABD Başkan Danışmanlığı yapmıştı. Aynı zamanda bir mühtediydi. O anda Crane’in incelemeye değer bir öyküsü olduğuna karar verdim.
Devlet adamı, akademisyen, fütürolog, yazar ve aktivist
1929 doğumlu olan Robert Dickson Crane’in sahip olduğu en önemli titr, ABD eski başkanlarından Nixon’un (ABD siyasetinin en netameli dönemlerinden birinde) danışmanı olması. Aslında en önemli iki titrden biri diyelim, çünkü orijinal ismi “Deputy Director of US Security Council” olan Birleşik Devletler Güvenlik Konseyi Başkan Vekilliği görevini de Nixon’ın başkan seçilmesinden sonra yürütüp, en az danışmanlık kadar etkili bir başka konumda da bulunmuş. Bunlara eklenebilecek daha birçok üst düzey devlet görevinin yanı sıra kendisi aynı zamanda farklı alanlarda çalışmalar yapmış bir akademisyen, think thank geçmişini baz alırsak bir nevi füturolog ve ihtida edişinden sonraki dönemi baz alırsak birçok esere sahip bir yazar ve aktivist.
16 yaşında Harvard Üniversitesi’nde Rusça bölümüne giren Crane, bundan 3 yıl sonra, 1948’de, o dönemler 2. Dünya Savaşı sonrası işgal altında olan Almanya’daki Münih Üniversitesi’nden kabul alır. İşgal altındaki Almanya’ya kabul edilen ilk Amerikan üniversite öğrencisidir aynı zamanda. Münih’ten sonra ABD’ye dönen Crane, akademiye devam eder ve hukuk alanına merak salar. Bu alanda öğretimine devam ederken ilk büyük girişimlerini yapar ve Harvard Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk Topluluğu’nun (Harvard Uni. International Law Society) kurucuları arasında yer alır ve uluslararası hukuka dair üniversite yayınının (Harvard Uni. International Law Journal) çıkarılmasına öncülük yapar.
1962’de Center for Strategy and International Studies adlı düşünce kuruluşunun 4 kurucusundan biri olur ve 1966’da da dönemin ünlü düşünce kuruluşlarından Hudson Enstitüsü’nde çalışmaya başlar. Hudson, Crane’in fütürolog bir analist olmaya başladığı yer olsa gerek diye düşünüyorum zira o enstitü bu tip çalışmaları ile ün kazanmıştı. Düşünce kuruluşlarında görev yaptığı dönem ile ABD Başkanı Nixon’ın danışmanlığını yaptığı dönem birbirine denktir. 1967’de zaferle sonuçlanan seçime kadar 5 yıl boyunca Nixon’ın yanında kalan Crane, daha sonra Beyaz Saray’daki görevine atanmıştır. 1974’e kadar aktif siyasetin içinde kalan Crane, bu tarihte Beyaz Saray’dan ayrılıp önce banka sektöründe çalışmış, 1975 yılında ise kendi danışmanlık firmasını kurmuştur. Bu noktaya kadar sıradan bir yüksek kademe diplomatın/ siyasetçinin kariyeri olarak devam eden hikayede ilk kırılma noktalarından biri bir sonraki sene yaşanacaktır. 1976 yılında tekrar diplomasi koridorlarına davet edilen Crane, ABD’deki dönemin hükümeti tarafından yapılan rica sonrası Bahreyn’in Finans Bakanı’na danışmanlık yapmayı kabul eder ve Arap Yarımadası’nın yolunu tutar. Bahreyn’in 5 yıllık kalkınma planının hazırlanmasında yardımcı olacaktır.
1980’de bir Cuma günü
Bahreyn’deki görev yıllarında bir gün karısı, Crane’i eski bir sarayın etrafını keşfe çıkarmak üzere ikna eder. Kaotik yollarla ulaşılan bu sarayın bulunduğu kent, dendiği kadarıyla dünyanın ilk ticaret merkezidir. Buraya doğru yola çıkan çift zorlu ve karışık yollarda kaybolurlar. Tam her şeyin karmakarışık geldiği ve sıcağın şiddetli şekilde bastırdığı bir anda Bahreynli bir adam karşılarına çıkar. Durumlarını anladığı için onları evine davet eder. Adam, Crane ve eşini çok iyi ağırlar. Gördükleri ihtimam Crane’i şaşırtır, çünkü kendince ilk defa bu kadar iyi bir “Müslüman” görmüştür. Daha sonra sohbet etmeye başlarlar. Crane’in dediğine göre doğrudan İslamiyet’ten hiç bahsetmezler. Dünyada neyin iyi ve kötü olduğu, Tanrı’nın rolü gibi derin mevzular hakkında konuşurlar. Bu gizemli ziyaret ve ilgi çekici sohbetler onu derinden etkilemiştir, kalan günlerini o evde geçirirler ve sonrasında Crane için İslam’ı araştırma ilhamı doğmuştur, kendince bir şeyleri “keşfetmeye” çıkmalıdır. Bu keşiften ve ilhamdan önce ise Crane, sonradan Müslüman olan Mekkeli müşrikleri hatırlatırcasına İslam’a oldukça soğuktur. Hatta kendi demecinde şöyle demiştir vaktinde: “Bu dinden midem bulanıyordu ve hiçbir zaman bu dini öğrenmeyi aklımdan dahi geçirmedim. Bu din çok ilkel. Nixon’a İslam’ı komünizme karşı bir ittifak olarak önerdim. Mide bulandırıcı olsa dahi komünizme karşı kullanışlıydı.”
Bahreyn’deki gizemli macerasında içine düşen tohumun filizlenmesi ise 1980 yılında kendi memleketinde olacaktır. İslam’ı öğrenme konusunda büyük bir ilgiyle çabalamaya devam eden Crane, 1980 yılında ABD-New Hampshire’daki büyük bir konferansa katılır. Adeta o günlerdeki arayışına ilaç olacak şekilde dünyanın farklı bölgelerindeki büyük Müslüman kanaat önderlerinin ve düşünürlerin toplandığı bir konferans ABD’de düzenlenmektedir ve Crane mutlaka bu tevafukun hakkını vermelidir. Amacı sadece anlatılanları dinlemek değil, gözüne kestirdiği kimselerin peşine takılıp molalarda onlardan öğrenebildiği kadar şey öğrenmektir. İlk öğlen arasında hemen harekete geçer.
Tüm katılımcılar bir yere doğru gidiyordur, onları takip eder. Öğlen yemeğinde istediklerini sorma imkanına sahip olmanın heyecanı içindedir. Fakat işler umduğu gibi olmaz, insanlar öğlen yemeği için toplanmamıştır. O gün Cuma’dır ve herkes Cuma namazını beraber kılmak için bu halılarla kaplı odaya gelmiştir. Hayal kırıklığına uğrar, önemli bir fırsatı kaçıracaktır. Ancak etrafındakileri gücendirir diye kalabalıktan sıyrılıp geri çıkmak istemez ve namaz bitene kadar odada kalmaya karar verir. Namaz başladığında ise bir secde sahnesi Crane’i beyninden vurulmuşa döndürür. Sanki bir anda parçalar beyninde birleşmiştir.
Secdeye giden kişi dönemin Sudan İslami Hareketi’nin lideri, meşhur âlim Hasan el Turabi’dir. “Onun (Turabi’nin) Allah karşısında eğildiğini idrak ettim. O zaman Tanrı karşısında eğilen bu kişi benden on kat daha iyi biridir diye düşündüm.” diyor Crane o an’ı anlatırken. Sonra ise yapamadığı sohbetlerden beklediği cevaplardan çok daha fazlası onun olmuş. Kendisinin de diz çökmesi gerektiğini hissetmiş. Ve o Cuma öğleninde ilk secdesini yapmış…
Böylece 1980 yılında Müslüman olan Crane şöyle diyor: “Aslında Allah beni 5 yaşında ve daha sonra 21 yaşında yaşadığım bazı tecrübelerle İslam’a yöneltti. Ama bana gösterilen şeyleri gören başkaları da olduğunu da çok sonraları, taptığımın ‘Allah’ olduğunu söyleyen o Bahreynli adamla tanışana kadar bilmiyordum. 50 yaşında idrakine vardım.”
Kissinger’ın talimatı ile işinden atılmış
Bilhassa Ayet-el Kürsi’den etkilendiğini söyleyen Crane, Müslüman olduğu 1980’den beri hız kesmeyen bir aktivist hâline geliyor. Ancak bu aktivitelerinden evvel belirtmek gerekir ki aynı yıllarda yeni devlet görevlerine de atanıyor. Müslümanlığı seçmiş olması onu devletteki konumundan beri kılmadığı gibi, bu özelliği o dönem bir yol ayrımında olan ABD dış politikası için kullanışlı hâle gelmiş de denebilir. 1981 Eylül’ünde Birleşik Arap Emirlikleri Büyükelçisi olarak atanıyor Başkan Reagan tarafından. “Two track diplomasi” denen ve o dönemler için yeni ortaya çıkan bir diplomasi biçimini yürütmesi de isteniyor. O döneme kadar resmi aktörlerle yani devlet ve uzantısı olan aktörlerle diplomasi yapılacağına dair genel kabulün o dönemin konjonktürü ile değiştiği yıllarda ortaya çıkan two track diplomasi artık devletdışı grupların, örgütlerin, bireylerin diplomaside muhatap alınması olarak özetlenebilir. Müslüman olan Crane’in, Ortadoğu ve Mağrib bölgelerindeki İslami hareketlerle bu işlevi görebileceği düşünülüyor.
Aslında bu döneme dair ABD politikasında yapılan seçimlerin Crane’in faaliyetleri özelinde birçok yansıması olduğu görülebilir. Nitekim bu konuda oldukça ilgi çekici teoriler ve komplolar mevcut. Ancak bu ayrıca sayfalarca sürebilecek bir yazıya konu olabileceği için çok temel bir iki şeyden bahsetmekle yetinelim: Söylendiği kadarıyla Robert Crane o yıllarda ABD’nin, İsrail yanlısı tutumunu bırakıp Filistin ve Kral Faysal’ın yanında saf tutması gerektiğini düşünmektedir. ABD’yi –komünizme de karşı olmak üzere- Müslümanlar ile işbirliğine yöneltmektedir. Hatta onun o dönemki fikirlerine yakın bir politikanın uygulandığı Afgan direnişi sırasında Crane’in Müslüman gruplarla olan iyi ilişkilerinin kullanılması planlanır ama bu fikir uygulamaya geçmez. Çünkü Crane’in dış politika önerileri ve tutumu daha tepedeki başka isimlerin hoşuna gitmez. Yine söylendiği kadarıyla dönemin yıldızı parlak Dışişleri Bakanı Kissinger’ın talimatı ile işinden atılır.
Dünyanın en etkili 500 Müslümanı listesinde
Yazı iyice uzadığı için ’80 sonrası İslami aktivizm faaliyetlerini bir paragrafta toparlamaya çalışacağım. 1983-86 yılları arası Da’wa Islamic Center on Massachusetts Avenue in DC’de direktörlük görevini yürütür. Bu yıldan itibaren ise Müslüman camianın daha da içine girer ve International Institute of Islamic Thought’ta yayın direktörlüğü yapar, aynı zamanda American Muslim Council’in çalışmalarına yardım eder. Bu iki kurum da ABD’de etkili kurumlardır ve Müslüman Kardeşler’in öncülüğünde kurulmuştur. Bu kurumlarla bağını hep sürdüren Crane, 1994’te ise Santa Fe’de Center for Civilazional Renewal adlı kendi düşünce kuruluşunu açar. 2011 yılında Qatar Foundation tarafından çağırılır ve Washington’da politikanın nasıl yapıldığına dair dersler vermek üzere Katar’a gider. Daha sonrasında ise orada kalır ve Hamad bin Khalif Üniversitesi’ndeki büyük bir araştırma merkezinde kendine önemli bir yer edinir.
Crane’in yakın geçmişteki en önemli aktiviteleri arasında 11 Eylül sonrası kargaşada Müslümanlar ile beraber saf tutması da sayılmalıdır. Hem yayınlarında hem demeçlerinde İslamofobi’ye karşı durur ve hatta 11 Eylül sonrası İslam’ın ana gündem olmasıyla birçok insanın bu dini hakiki şekilde tanıdığını ve Müslüman olduğunu iddia eder. Kardeşi de İslam’ı seçmiştir. Rastladığım kadarıyla Crane, bu duruşu ve savunuları sebebiyle belli hücumlara da maruz kalır.
Crane’in çok sayıda kitabı ve yayını da bulunmaktadır ve eserleri, onun hayatını yansıtacak şekilde, çok geniş bir konu yelpazesine sahiptir. Dini çoğulculuk, dinlerarası meseleler, İslami sosyal bilimler, İslam’da insan hakları, Müslümanlar’ın Amerika’da ve dünyada yaşadığı zorluklar, Amerika’nın dış politikasında Müslümanların rolü gibi genel meselelerden Suudi Arabistan’ın geleceği, Müslüman Kardeşler’in bölgedeki yayılımı (2013-2014 tarihli Arap Baharı sonrası), Kosova ve Çeçenistan meseleleri gibi spesifik meselelere kadar birçok konuda yazdığı eserler mevcuttur. Müslüman coğrafyadaki gündemi takip etmekte ve politik/ diplomatik birikimi ile Müslüman kimliğini birleştirecek şekilde gündeme dair üretmeyi sürdürmektedir. Örneğin 2016’da çıkan son kitabı “Kurdistan: Pivot of West Asia?” adını taşımaktadır.
İlgi çekici öyküsünü özetlemeye çalıştığım Crane’in şu an dünyanın en etkili 500 Müslümanı listesinde de kendine yer bulduğunu belirterek yazıyı kapatalım.
Kaynak: Deniz Baran / Dünya Bizim