(1. BÖLÜM)
Hz. Peygamber hakkında aşırılık
Peygamberler, seçkin insanlardır. Onlar içinde Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Peygamber Efendimiz “ulûl-azm” olarak daha ön plana çıkmıştır.[1] Bu beşi içinde de Peygamberimiz çok özel bir konuma sahiptir. “Âlemlere rahmet olarak gönderilmesi,[2] âlemlerin O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılması”[3] bu özel konumu gösterir. Zaten Mustafa olması da böyle bir seçilmişliği beyan etmektedir. O, varlık piramidinin zirve şahsiyetidir.
Günümüzde bazılarının Hz. Peygamberin daha çok mu’cizelerine yer vererek O’nun beşeriyet yönünü ihmal etmeleri bir ifrat olduğu gibi, bazılarının da O’nu sadece Allahtan geleni bize bildiren bir tebliğci olarak görüp hadislere itibar etmemeleri tefrit bir durumdur. Kelime-i şehadette O’nun hem bir kul, hem de rasul olduğunu ikrarımızda aslında bir orta yol mesajı vardır. Ama öyle görülüyor ki bu mesajın algılanmasında Müslümanlar arasında problemler bulunmaktadır.
Kaderde aşırılık
Kadere iman, imanın altı esasından biridir. Mu’tezile mezhebi, insanın sorumlu olmasını beyan sadedinde adeta kaderi inkâr ile “kul, fiillerinin yaratıcısıdır” deyip tefritte bulunurken; Cebriye mezhebi insanı bir robot gibi görmüş, insanda var olan iradeyi red ile ifrat etmiştir. Hâlbuki hem kader vardır, hem de insan kendi fiillerinde hürdür. Güneş ve ayı belli bir yörüngeye mahkûm kılan İlahi kader programı, insanı da tercihte bulunmaya mahkûm kılmıştır. Sınava giren birisi sınavda ne yapsa tercih olduğu gibi, imtihan dünyası olan bu âleme gönderilen her bir insan da tercihlerde bulunmak zorundadır. Tabir yerindeyse “insan, hür olmaya mecburdur.”
Kaderle ilgili günümüzde tartışılan bir başka husus, kaderin iman esaslarına dâhil olup olmadığıdır. İlgili bir Kur’an ayetinde imanın altı esasından beşi ardarda nazara verilirken, kader onlar içinde yer almamaktadır.[4] Ama bu, onun iman esaslarından biri olmadığı anlamına gelmez. Çünkü Kur’anın birinci dereceden tefsiri hükmünde olan sahih hadislerde yer almıştır.[5] Sahih hadisleri bile şüpheyle karşılayan veya reddedenler, bunu delil saymadıklarında şunu nazara almaları gerekir: Kur’anda kaderle ilgili onlarca ayet vardır. Bir ayetin bile inkârı kişiyi kâfir yapar. Dolayısıyla, “Kadere iman Kur’anda yoktur” gerekçesinin arkasına sığınarak kaderi inkâr etmek, istikametli yoldan ayrılmak ve dalalet yollarına sapmak demektir.
“Büyük Günah” meselesinde aşırılık
Hz. Peygamber sonrası meydana gelen Cemel ve Sıffin gibi dâhili savaşlarda Müslümanlardan ölen ve öldürenler olunca, “bu ölenlerin ve öldürenlerin durumlarının ne olacağı” meselesi hayli tartışılmış, bu münasebetle mürtekib-i kebire, yani büyük günah işleyenlerin durumunun ne olduğu bir inanç meselesi haline getirilmiştir.
Haricilere göre, büyük günah işleyen kâfir olur. Mürcie mensuplarına göre, iman olmayınca amel bir işe yaramadığı gibi, iman varsa amel olmasa da o insan kurtulur. Mutezile mensupları “el-menzile beyne menzileteyn” yani “iman-küfür arası bir yerdedir.” derler. Orta yolu esas alan ehl-i sünnet ve’l cemaat ise, “iman ayrı, amel ayrıdır. Amel imandan bir cüz değil, kemalinden bir cüzdür.” şeklinde değerlendirme yaparlar.
Dünyaya bakışta aşırılık
Kur’an-ı Kerimde dünya ve ahiret dengeli bir şekilde 115’er defa geçer. Ama insanların özel hayatlarında böyle bir denge tutturabilmeleri çok da kolay görülmemektedir. Kimi insan, -Hristiyanların ruhban sınıfında ve Hind fakirlerinde olduğu gibi- tümüyle dünyayı terk ederken, kimi insan da “varsa da yoksa da dünya hayatı”[6] demekte ve âdeta dünyaya tapmaktadır. Hâlbuki “dünyayı kesben değil kalben terketmek” düsturu meseleyi kolay bir şekilde halletmektedir.[7] Mevlana, bunu şöyle bir temsille anlatır:
“Su geminin içine girerse onu batırır. Altında bulunursa, onu yüzdürür.”[8]
Dünya sevgisi, denizin suyu gibidir, insanın kalbi de gemiye benzer. Dünya sevgisi esas olmuşsa, kalp gemisi su alıyor demektir.
Bu meselede Kapitalizm ve Sosyalizmi aşırı birer uç olarak ele alabiliriz. Şöyle ki: 19. yüzyılda İngiltere’deki kapitalizm uygulamasında bir patron oturduğu yerde milyonlar kazanırken, çalıştırdığı bir işçi 18 saat yer altında çalışarak ancak karnını doyurabiliyordu. Kapitalizmin bu insafsızlığı sosyalizmi netice verdi. Hâlbuki iman ve ahlakla mücehhez zenginler olması, toplumun aleyhine değil, lehine olan bir durumdur. İslam Dini hem zenginin önünü açarak özel mülkiyete izin vermiş, hem de zengini zekât ve sadakayla fakirlere yardımcı kılarak sosyal adaleti temin etmiştir.
İbadette aşırılık
İbadet, insanın yaratılış gayesi olmakla beraber, onda bile aşırılık olabilmektedir. Şöyle ki:
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere sahâbeden üç kişi, Onun evine geldiler. Hanımları tarafından kendilerine Peygamberimizin ibadetleri bildirilince, bunu azımsadılar ve “Allah Resûlü nerede, biz nerede? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır” dediler. İçlerinden biri, “Ben ömrümün sonuna kadar, gece boyu hep namaz kılacağım, dedi. Diğeri “Ben de hayatım boyunca gündüzleri hep oruç tutacağım” dedi. Üçüncü sahâbî de“Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim”, diye söz verdi.
Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şöyle dedi:
“…Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. (Nafile olarak) bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Sünnetimden yüz çeviren, benden değildir.”[9]
Şu olay da ibadette aşırılığın uygun olmadığını bize gösterir:
Bir adam, Hz. Peygambere gelip: “Filanca zat bize namazı uzun kıldırıyor, bu yüzden sabah namazına gelemiyorum!” dedi.
Hz. Peygamber cemaate namaz kıldıran bu kimseye çok çok kızdı ve şöyle buyurdu: “İçinizde (namazdan) nefret ettirenler var. Bundan böyle hanginiz bir cemaate imam olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü arkasında yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler var!”[10]
Önümüzdeki yazıda devam edelim inşaallah
Prof. Dr. Şadi Eren 21.07.2017
[1]Ahkaf, 35. Şûra, 13 ve Ahzab, 7 de bu beş peygamber beraberce zikredilir. [2] Enbiya, 107 [3]Aclûnî, Keşfu’l- Hafa, II, 214 [4] Bakara 177. Ayrıca bkz. Bakara 284-285 ve Nisa 136 [5] Müslim, Îmân, 1; EbûDâvûd, Sünnet, 15; İbnuMâce, Mukaddime, 9. [6]Mü’minun 37, Casiye 24. [7] Bkz. Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 124 [8] Mevlana, I, 76 [9]Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4. [10] Buharı, İlm 28, Ezan 61, 63, Ahkâm 13; İbnMâce, İkâmetu's-Salat 48,