Eğitim bizim ve tüm modern toplumların en derin yarası ve en acil tedavi gerektiren en önemli ihtiyacıdır. Bütün dünyada bu konuda kafa yoran eğitimciler, ihtiyaçları tesbit ederken kırk elli yıl sonrasının gereklerine nazarı çekip gelecek perspektifinden konuya yoırum ve çözüm üretmeye çabalarlar.
Risale-i Nur eserlerinin pek çok yerinde bu gelecek neslin eğitimi problemine bakış açısına izahlar veren Üstad Bediüzzaman:
“Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyorlar.” Emirdağ Lahikası-1 ( 21 )
derken işte bu nokta-i nazarı ortaya koyuyordu.
Gelecek nesilleri kurtarma adına bir şeyler yapılması gerektiği ve bunun usul ve metotlarının da tartışılması gereken ortamlar ve uzmanların eğitim kurumları ve görevlileri olduğunu düşünen Ali Aydın’ın, ortak derdin dermanına yol açmak ümidi ile kaleme aldığı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Milyonlarca öğrenci hiçbir şey öğrenemiyor!
Ali Aydın 28.06.2017
Geçen haftaki yazımda UNICEF’in İtalya’da bulunan Innocenti Araştırma Ofisi, tarafından yayınlanan “Geleceği kurma: Çocuklar ve Zengin Ülkelerde Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” isimli raporunu konu etmiş ve raporun çarpıcı sonuçlarının altını çizmiştim.Bu vesileyle UNICEF tarafından her yıl yayınlanan bir başka raporu da hatırlamanın tam vakti.
Raporun ismi: Dünya Çocuklarının Durumu
2016 yılında yayınlanan rapor dikkat çeken saptama ve değerlendirmelerle doluydu ve en az geçen hafta konu etiğimiz rapor kadar çarpıcı veriler sunuyordu.
Raporda, bugünkü eğilimler devam ettikçe ve dünyadaki en dezavantajlı konumda yer alan çocukların durumuna daha fazla odaklanılmaması durumunda; Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için belirlenen 2030 yılına kadar çoğu önlenebilir olan hastalıklar nedeni ile 69 milyon çocuk hayatını kaybetmiş, 167 milyon çocuk yoksulluk içinde yaşıyor ve 750 milyon kadın da henüz çocuk yaşta evlenmiş olacağı öngörüsü yer alıyor.
Aynı raporun eğitim bahsinde ise ilginç bir saptama var: “Çocuklar açısından durumun eşitlenmesinde eğitimin oynadığı özel role rağmen okula gitmeyen çocuk sayısında 2011 yılından bu yana artış olmuşken, okula devam edenlerin önemli bir bölümünün de okullarında gerçek anlamda öğrenme fırsatına erişemedikleri saptanmıştır.”
Okula devam etikleri halde milyonlarca çocuğun hiçbir şey öğrenemediğini gayet yalın biçimde ifade eden bu rapor 200 yıllık mazisi olan modern zorunlu eğitim sistemlerini sanık sandalyesine oturtmak için yeterli değil mi?
Bu veriler yokmuşçasına aynı yönelim ve istikamette ısrar etmenin kime ne faydası var? Türkiye gibi kendisini anlamlı bir özne kılacak olanı muhafaza ederek bölgesel ve küresel açılımlar göstermeye namzet bir ülke için bu sorunun hayatiyeti aşikâr. Aşikâr olanı yadsımanın, görmezden gelmenin yanılsaması sadece eğitim sistemlerinin yukarıda bahsi geçen raporların veri havuzunda birikecek olan başarısızlık karnelerini çoğaltır.
Nasıl bir eğitime erişiyoruz?
Raporda da bahsedildiği gibi eğitime erişim nicel olarak artmış. Türkiye’de de okullaşma oranında ve derslik sayısındaki sürekli artış biliniyor. Ne var ki okullaşma oranındaki artış öğrenmenin niteliği söz konusu olduğunda beklenen sonuçları karşımıza çıkarmıyor. Bunun nasıl bir eğitime eriştiğimiz ile ilgisi var. İşin konu edilmeyen kısmı da orası.
Türkiye’de bilindiği gibi yıllarca süren yasaklar ve katsayı engeli gibi şeytanın bile aklına gelmeyecek uygulamalarla kendi çocuklarını harcamaktan çekinmeyen ve anayasal hakları vatandaşlarının büyük bir kısmı için adeta iptal eden yönetimlerin devri sona erdi.
Bugün eğitime erişim noktasında bu ülkenin hiçbir evladı dünün acılarına muhatap değil. Öte yandan eğitim ortamlarının fiziki kapasiteleri ve kaliteleri dün ile mukayese edilmeyecek seviyede. Okulların donanım açısından büyük ölçüde imkân bolluğu içinde oldukları da rahatlıkla söylenebilir. Öğretmen açığı ise hızla kapanıyor ve bugün MEB bir milyona yaklaşan personeliyle Türkiye’nin en büyük bakanlığı.
Görünürde yağ var, un var, şeker var!
Peki, o zaman helva niye olmuyor?
Eğer maksadınız helva yemekse, şekerinizin çokluğu, yağ ve unumuzun bolluğu tek başına yetmiyor. Hem ulusal veriler hem de uluslararası raporlar bunu haykırıyor. Kaldı ki benzer sancıları diğer ülkeler de çekiyor.
O zaman benimsediğimiz yol, yöntem sorgulanmalı değil mi?
Türkiye açısından gariplik burada başlıyor; çünkü bu sorgulanmıyor!
Hatta dünün acı hatıraları ileri sürülerek bugün itibariyle eğitime erişim probleminin çözülmüş olması ile iktifa ediliyor. Sonra da hem sosyolojik alt-üst oluşun trajik sonuçları karşısında yaşanan değer kriziyle hem de akademik başarısızlık ile karşılaşılınca sanki öngörülemez, tahmin edilemez bir durumla karşılaşmışız gibi hayrete düşülüyor.
Eğitim bahsinde üniversite, STK, medya: tam takır kuru bakır
Türkiye’de eğitim meselesi; tarihi, felsefesi, yapılanması, mevzuatı, içeriği ve amaçlılığı ile çok yönlü tartışılmayı bekleyen bir konudur. Bu tartışmanın özellikle yapılacağı mahaller bellidir. Üniversite, STK, medya bu tartışmada yoksa o ülkede bir tartışma da yok demektir.
Eğitim bahsinde gündemsizliğimiz, dertsizliğimiz acınacak noktaya ulaşmıştır.
Türkiye’de “maarif davası” diye çığlık atan son kişi, 1977 yılında görüldü.
Üniversitenin gündeminde değil…
STK’ların konusu değil…
Medyaya gelince…
Eğer CNNTURK ya da NTV lütfederse bir iki tartışma programında karşınıza çıkabilir. Muhafazakâr kanallarımız benim anladığım kadarıyla modern eğitimin tartışılmasına kategorik olarak karşılar! Yani en azından yıllarca gündeme almamalarının mantıklı izahı budur diye düşünüyorum… Hâl böyle olunca bedelini hep birlikte ödeyeceğimiz müstakbel bir gelecek olduğunu düşünmek karamsarlık olarak görülmemeli.