Nurdanhaber-Haber merkezi
Hacı Mirza Demir, 1925 doğumlu Batman’ın Êrmî Köyünde doğmuş, evli, on çocuk babası, ilk mektep diplomasını hariçten almış, 1944’te askere gitmiş, 1948’de TPAO Şirketine işçi olarak girmiş, kısa bir süre sonra aynı işyerinde talebe idaresinde idareci olarak görev yapmaya başlamıştır.
Talebelerin dinî ve ahlâkî terbiyeleri ile ilgilendiği için zamanın baskıcı ve despot idarecileri tarafından takibe alınarak sudan bahanelerle 1971 yılında işine son verilir. Beş sene açıkta kalan Hacı Mirza Ağabey tekrar işine döner, iki sene daha çalıştıktan sonra 1978 yılında re’sen emekliye sevk edilir.
18.11.2015 günü Batman’da Hacı Mirza Ağabey’le görüşüp bir röportaj yapmak istedim. Bu isteğimi kendisine telefonla ilettiğimde teveccüh göstererek tâ evin ilerisinde beni karşılamaya geldiler. O gün Fatma Ablamız da bir yandan bayanların sohbetine katılmak için hazırlanıyordu, bir yandan da bizlere çay, tatlı ikramları ve öğle için yemek hazırlığı ile meşgul oluyordu. Öğle vakti yaklaşmıştı, ablamız mahalli yemeklerle yemek masasını donatmış, her şeyi hazırladıktan sonra, Hacı Mirza Ağabey’e: “ben sohbete gidiyorum” diyerek evden ayrıldı. Bu arada ben de Hacı Mirza Ağabeyimizle bir röportaj yapayım, değerli fikirlerinden ve hatıralarından tarihe bir not düşelim dedim.
Hacı Ağabey, Risale-i Nurlarla ne zaman ve nasıl tanıştınız, anlatır mısınız?
Sene 1958, bir vesileyle Diyarbakır’a gitmiştim. İkindi namazından sonra Ulu Cami’de ikindi namazına müteakip Risale-i Nur eserinden, On Dokuzuncu Mektup’ta geçen “Kurt meselesini” Mehmet Kayalar Ağabey’in oğlu okuyordu. Çok etkilendim. Hatta bu vakıadan dolayı da çok ağladım. Sohbetten sonra Cami’nin önünde satılan Hanımlar Rehberi ile Gençlik Rehberi’ni satın aldım. Türkçem zayıf; kitap yüksek ilim, on kelimeden ancak bir kelime anlayabiliyordum. O iki kelime de beni hoplatıyordu. Manevî bir eser olduğu için zerrat-ı vücudum üzerinde çok etki yaptı. Ondan sonra bu mukaddes dâvâyı her şeyin üstünde tuttum ve her ulaştığım yerlere tebliğ ettim.
Şunu da ifade edeyim ki: Rahmetli Mustafa Sungur Ağabey, Üstad’dan naklen demiş ki: “Mehmet Kayalar vasıtasıyla bu hizmet-i Kur’ânîye Avrupa’ya kadar gidecek” işte bir tahdis-i nimet olarak ben Risale-i Nurları Mehmet Kayalar Ağabey’den öğrendim, 1970’li yıllarda Batman’ın bir köyünde muallim olan Ali Uçar kardeşimizin Risâle-i Nurlarla tanışmasına Cenâb-ı Allah’ın inayetiyle vesile oldum. Ali Uçar, çok cevval ve zeki olduğu için Risale-i Nurlar’ın hakikatine çabuk vakıf oldu. Muallimliği bırakıp, Türkiye’yi aşarak Avrupa’ya kadar Risaleleri götürüp, insanlığa hizmet etmeye başladı. Bunda bir tasarrufum yok belki, Risale-i Nurun mânevî gücün tasarrufudur. Elhamdülillah, Haza min fadli Rabbi… (Merhum Ali Uçar 19 Kasım 1997’de Almanya’dan Türkiye’ye dönerken Bulgaristan’da geçirdikleri trafik kazasında vefat etmişti.)
Hacı Ağabey, 1970’li yıllarda Siirt Ziraat mektebinde okuyordum, o sıralarda birkaç ağabeyle Batman’dan Siirt’e gelip dershanede imanı sohbetler yapar, bize şevk veriyordunuz. Bugün doksan yaşın üstünde olmanıza rağmen, hâlen aynı heyecan ile hizmetten hizmete koşuyorsunuz. O meşakkatli günlerden; bugünümüze bakışınız nedir anlatır mısınız?
Malûmunuz o zaman Risale-i Nur ve Nurcuların ismi az da olsa duyulmuştu, fakat mahiyet ve dâvânın kutsiyetinden ne devlet ne de halk pek haberdar değildi. Bir Nurcu bir yerden geçtiği zaman “bak işte bu geçen Nurcudur” diye işaretle gösteriliyordu. Üzerimizde çok ağır baskılar vardı. Kim nereye gidiyor, nerede toplanıyorlar, ne yapıyorlar bir bir takibat altındaydık.
Meselâ, 1971’de Bir gece bir kardeşimizin evinde sohbet yapıyorduk. Bulunduğumuz eve polis baskın etti. Evin hanımı, eşimle beraber on iki kişiyi alıp o gece bizi karakoluna götürdüler. Eşim karakolda polislere: “Biz misafir olarak bir kardeşimizin evine gitmişiz, orada Alah’tan, Peygamber’den, Kur’ân’dan sohbet etmişsek suç mu işledik, neden bizleri rahatsız ediyorsunuz?” şeklinde onları azarladı. İfadelerimizi aldıktan sonra hanımları serbest bıraktılar.
Biz on kişiydik, hepimizi Batman’dan, eller kelepçeli, Siirt askerî ceza evine götürdüler, on beş gün Siirt askerî ceza evinde kaldıktan sonra, gene eller kelepçeli, otobüsle Diyarbakır askerî ceza evine götürünceye kadar dayak eşliğinde “Türküm, Doğruyum” andını bize okutturdular. Cezaevine girmeden önce üstümüzü aradılar, cebimizde misvak, cevşen ve tesbih vardı sanki suç aletiymiş gibi, onları da bizden aldılar. Otuz gün de Diyarbakır Cezaevinde tutuklu kaldıktan sonra bizi bıraktılar. Yani, 45 gün mahkûmiyetten sonra ancak evimize dönebildik.
Efendim, hânedan bir aileye mensup olmanız cihetiyle, bölgede birçok sosyal faaliyetlerde bulunmanız; İman ve Kur’ân dâvâsı için hizmetten hizmete koşmanız gibi meşguliyetlerden dolayı ailenizle sürekli ilgilenme fırsatınız olamamış, diye düşünüyorum. Bu arada gerek çocukların eğitimi, gerek ev işleri, gerekse hizmete taallûk sorumluluğunu esirgemeyen refika-i hayatınız, Fatma Ablamızın katkılarından kısaca söz eder misiniz?
Önemli bir konuya temas ettiniz, Fatma Hanım’ın katkıları elbette inkâr edilmez, aile boyu hepimizin üzerinde hukuku ve katkısı vardır. Bazen yirmi gün, bazen bir ay evimden uzak kalıyordum. İstanbul’a gidiyordum, oğlum orada üniversitede okuyordu, hizmetten dolayı onu bile görmeden dönüyordum. Malûmunuz Şarkın kültüründen olsa gerek, pek misafirsiz kalmazdık, gelen giden misafirleri ağırlamak, onlarla ilgilenmekten, Fatma Hanım asla sıkılmamış ve şekva etmemiştir.
Çocuklarımız temel eğitim derslerini annelerinden almışlar, gerek mektep, gerekse Kur’ân derslerinde Fatma Hanım’ın büyük emeği vardır. İslâm ahlâkı ile yetişen ve büyütülen çocuklarımızın evleri bugün birer Risale-i Nur dershanesi ve tedrisatı hükmündedir. Eşim zaten Risale-i Nurların bir hâdimi ve müdâvîmidir. Bugün bile ilerlemiş yaşına rağmen her hafta sohbetlere gider. Bundan birkaç ay önce rahatsız olduğu için bugünlük derse gitme, dedimse de gene gitti. Kaderin cilvesi o gün bir araba ona çarpıyor, epey incinmişti, elhamdülillah şimdilik durumu iyidir. Cenâb-ı Allah, ebeden Fatma Hanım’dan razı olsun…
Hacı Ağabey; İman ve Kur’ân yolunda bir ömür tükettiniz, hizmetle alâkalı elbette anlatacak birçok hatıraların var kısaca bir iki hatıranı anlatır mısınız?
“Rüstem kardeş anlatılacak hatıralar çok, sergüzeşt’i hayatımdan bir kesit anlatayım isterseniz.
Ben askere gittiğimde bir kelime bile Türkçe bilmiyordum. Hatta bir gün çavuş beni çağırdı, “git hamama bak su ısınmış mı ısınmamış mı?” Hamamı biliyordum. Kürtçede de hamam, hamam olarak geçiyor. Yalnız su ısınmış mı, su ısınmamış mı?” ne olduğunu bilmiyordum. Bu sebeple yolda “su ısınmış mı ısınmamış mı?” unutmamak için tekrar ede ede hamama kadar gittim. Hamamcıya dedim ki: Su ısınmış mı su ısınmamış mı? O da “su ısınmış” dedi. Komutana gittim, Komutanım su ısınmış, dedim.
Bakınız sizi nereden nereye götüreceğim. 18 Ocak 2013 günü Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından İstanbul’da düzenlenen “Birlikte Yaşama Ödülü” kanaat önderi olarak bana verdiler.
Ödül salonunda devletin üst bürokratları, İstanbul’un Valisi, Akademisyenler vs. insanlarla salon doluydu. Ödül için platforma giden Profesörler ödül töreninin önemini, duygu ve düşüncelerini kısaca anlatıyorlardı. Ben de kendi kendime düşündüm, ödül alırken acaba duygularımı nasıl izhar edebilirim, bu düşünce ile platforma dâvet edildim, ödülü teslim alırken bir tahdis-i nimet olarak Risale-i Nur’un himmeti ile âdeta konuşturuldum.
Özetle şunu ifade etmiştim:
“Bizi yaratan Rabbimiz ne güzel yaratmış. Yaratan Hâlık insanları birbirini sevsin diye yaratana itaatkâr olsunlar diye yaratmış. Şefkat, merhamet, yardımlaşma, af etme insana yakışır. Kin, adavet, fitne, fesat katliâmlar insana yakışmaz. Yaratan o duyguları insana yasak kılmıştır.
Biz uzun zamandır beraber yaşamış halklarız. Ben kendi şahsım 6 tane oğlum vardır. 2 tane gelinim Trabzonludur. Bir gelinim Gebzelidir, bir gelinim Safranboluludur. 2 gelinim Arap’tır, bende Kürdüm. Halklar öyle birbirine karışmış, birleşmiş hamurlaşmış ki bunu birbirinden ayırmak mümkün değil.” Salonda yükselen alkış seslerinden anlıyordum ki hitap güzel olmuş.
Hacı Mirza Ağabeyimiz, yaşı doksanın üzerinde olmasına rağmen şuuru kemalinde, yaşına göre sağlıklı, muhatabına karşı asil bir duruş sergileyen, adeta bir erkân-ı harp sedâsıyla, inci taneleri gibi Risale-i Nur’dan vecizeler okuyarak dâvâsını ispata çalışan, bir “ULU” çınar; bir dâvâ adamı…
Üstadın saff-ı evvel şakirtlerinden çoğunu görmüş, onlardan naklen birçok hatıraları var, bu hatıraları başka zamana tehir ettim, inşallah gün gelir onları da kaleme alırız.
Konuşmamızın arasında zaman zaman bugünkü Âlem-i İslâm’ın içinde bulunduğu sıkıntılar için muzdarip olduğunu belirtiyordu ağabeyimiz, dünya barışı ve insanlık için birçok tavsiyeleri ve maslahat yolları aradığını ve bu konuda meşgul olduğunu anlıyordum. Sohbetimiz uzamıştı üç saati aşkın bir zaman geçmesine rağmen halen Hacı Ağabeyimiz kardeşliğe mesaj veriyordu. Umman Denizi’nden bir katre misali, bu kadarıyla iktifa ederek son bir sualimi sordum.
Hacı Ağabey, artık müsaadenizle ayrılmak zamanı geldi, varsa bir mesajınızı alabilir miyim?
“Aziz kardeşlerim;
Rûy-ı zeminde en yüksek hakikat olan Kur’ân-ı Âzîmin tefsiri ve onun bir mu’cizesi olan Risale-i Nur eserleri ile müşerref olmuşuz. Bu dâvâ bizi ümmet-i Muhammedîye’ye ve sahil-i selâmete çıkaran bir sırat-ı müstakim dâvâsıdır. Bu İman dâvâsını insanlara ulaştırmak ve anlatmakla görevli olduğumuzu unutmamalıyız. Bu görevle yükümlü olan Risale-i Nur Talebeleri evvelâ kendi nefsin ıslâhına çalışmaları, dâvâ kardeşlerini eleştirmemeli. Yoksa küçük bir kusurlarını dağ âzâmetinde büyütüp kardeşlerin bölünmesine meydan vermemek lâzımdır. Meşrepler arası hoşgörü ile birbirlerine bakmak, asla tenkitlere meydan vermemeyi ruhu canımla tavsiye ediyorum.
Genç kardeşlerime de diyorum ki: Evvelâ Yaradan’ın emirlerine itaat etsinler, anne ve babalarını üzmesinler, derslerine çok çalışsınlar; Risale-i Nur eserleri birer muallimdir, çok çok okusunlar. Kıymetli zamanlarını boşa harcamasınlar. Zaten genç kardeşlerimizin başkasından farkı da budur.Üstad onları nesl-i ati ve nesl-i ceddid olarak vasıflandırmıştır. İstikbal onları bekliyor.
Bütün ağabey ve kardeşlerimi Yüce Allah’ın selâmı ile selâmlar, muhabbetle kucaklıyorum. Allah’a emanet diyorum.”
Efendim, kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız için gönülden teşekkür eder, bu güzel temennilerine âmin diyorum…
Rüstem GARZANLI-Nurnet.org