Üçüncü Nokta: Sâni’-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîm’iyle bu âlem içinde binler muntazam âlemleri dercetmiştir. O âlemler içinde en ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve mazhar olan insanı bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dairesinin en mühim hikmetleri ve faydaları, insana bakıyor. Ve insan dairesi içinde dahi rızkı bir merkez hükmüne getirmiş. Âlem-i insanîde ekser hikmetler, maslahatlar o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Ve insanda şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla ism-i Hakîm’in cilvesi parlak bir surette görünüyor. Ve şuur-u insanî vasıtasıyla keşfolunan yüzer fenlerden her bir fen, Hakem isminin bir nevide bir cilvesini tarif ediyor.
Mesela, tıp fenninden sual olsa: “Bu kâinat nedir?” Elbette diyecek ki: “Gayet muntazam ve mükemmel bir eczahane-i kübradır. İçinde her bir ilaç güzelce ihzar ve istif edilmiştir.”
Fenn-i kimyadan sorulsa: “Bu küre-i arz nedir?” Diyecek: “Gayet muntazam ve mükemmel bir kimyahanedir.”
Fenn-i makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmayan gayet mükemmel bir fabrikadır.”
Fenn-i ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsuldar, her nevi hububu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir.”
Fenn-i ticaret diyecek: “Gayet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok sanatlı bir dükkândır.”
Fenn-i iaşe diyecek: “Gayet muntazam, bütün erzakın envaını câmi’ bir ambardır.”
Fenn-i rızık diyecek: “Yüz binler leziz taamlar, beraber kemal-i intizam ile içinde pişirilen bir matbah-ı Rabbanî ve bir kazan-ı Rahmanîdir.”
Fenn-i askeriye diyecek ki: “Arz bir ordugâhtır. Her bahar mevsiminde yeni taht-ı silaha alınmış ve zemin yüzünde çadırları kurulmuş dört yüz bin muhtelif milletler o orduda bulunduğu halde; ayrı ayrı erzakları, ayrı ayrı libasları, silahları, ayrı ayrı talimatları, terhisatları kemal-i intizamla hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak bir tek Kumandan-ı A’zam’ın emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle gayet muntazam yapılıp idare ediliyor.”
Ve Fenn-i elektrikten sorulsa elbette diyecek: “Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı hadsiz elektrik lambalarıyla tezyin edilmiştir. Fakat o kadar hârika bir intizam ve mizan iledir ki başta güneş olarak küre-i arzdan bin defa büyük o semavî lambalar, mütemadiyen yandıkları halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gaz yağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor? Küçük bir lamba dahi muntazam bakılmazsa söner. Kozmoğrafyaca küre-i arzdan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan güneşi (Hâşiye[2]) kömürsüz, yağsız yandıran, söndürmeyen Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine, kudretine bak, ‘Sübhanallah’ de. Güneşin müddet-i ömründe geçen dakikalarının âşiratı adedince ‘Mâşâallah, bârekellah, lâ ilahe illâ hû’ söyle.
Demek bu semavî lambalarda gayet hârika bir intizam var ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pek çok kitle-i nâriyelerin ve gayet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise harareti tükenmez bir cehennemdir ki onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lambalarının makinesi ve merkezî fabrikası, daimî bir cennettir ki onlara nur ve ışık veriyor. İsm-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i a’zamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor.” Ve hâkeza…
Bunlara kıyasen yüzer fennin her birisinin kat’î şehadetiyle noksansız bir intizam-ı ekmel içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o hârika ve ihatalı hikmetle, mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir.
Ve malûm ve bedihîdir ki intizam ile gayeleri ve hikmetleri ve faydaları takip etmek, ihtiyar ile irade ile kasd ile meşiet ile olabilir, başka olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi müdahaleleri dahi olamaz. Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtar’ı, bir Sâni’-i Hakîm’i bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez.
Evet, dünyada en ziyade hayret edilecek bir şey varsa o da bu inkârdır. Çünkü kâinatın mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle, vücud ve vahdetine şahitler bulunduğu halde; onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hattâ diyebilirim ki ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen sofestaîler, en akıllılarıdır. Çünkü kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah’a ve Hâlık’ına inanmamak kabil ve mümkün olmadığından kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler. “Hiçbir şey yok.” diyerek akıldan istifa ederek akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup bir derece akla yanaştılar.
Yarın: Dördüncü Nokta: Onuncu Söz’de işaret edildiği gibi …
Kaynak: Hizmet Vakfı