Tarih nice insanları, hadiseleri kaydetmiştir. Tarihin defterine baktığımızda nice sürurlu ve kederli yazıları okuyabiliyoruz. Nice şanlı zaferler nice kanlı şehadetler nice gözyaşı nice hainlikler.. Ve tarih yazılmaya devam ediyor. Her insan bu tarih içinde kendi tarihini de yazıyor. Her insan hususi tarihini eline alıp okuyacağı günde rabbim tarih kitabını sağından alanlardan eylesin ve üzüntüye dehşete kapılanlardan eylemesin. Tarihimizi hoş ve latif bir şekilde yazabilmek selahiyetine sahip olabilmek temennisiyle.
Tarih sahnesine çıkan ve aynı tarih sahnelerini muhtelif eşhas ile paylaşan ulu çınarlar vardır tarihte. Mesela Sultan Abdulhamit, Abdulaziz, Bediüzzaman … bu isimleri saymamın sebebi bu isimleri birbirine muarız gösterilmesidir. Bu isimler şu anda Tv dizi, film ve belgesel türünde görsel medya ve yazılı basın tarafından işlenmektedir. Ama çarpıtarak ama olduğu gibi naklederek..
Payitaht isimli bir dizi başladı bir süre önce. Takipçileri benden daha iyi biliyorlar senaryosunu. Dizi ve filmlerde %70 hayal ürünü %30 en fazla tarihi gerçeklikle imzitaç içindedir. Neyse bu bizim mevzumuz değil. Bu dizi vb. sebeplerle Merhum Sultan “Halife-i Peygamber!”[1] olan Abdulhamid Han Hazretleri gündemde olup biyografi kitapları da piyasada mebzul miktarda görülmektedir. Tatbikî uzun bir döneme hükmetmiş geniş bir coğrafya ve çetin şartlarda ve “Dünya.. yepyeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunu arıyor.”[2] Sadası dünyada çınladığı bir zamanda Payitaht-ı Osmaniyede cihanın tehacümüne dik duran ve bu gayrette olan bir hükümdardır.
Devletin bekasını temin etmek için elinden geleni yapmak gayretinde olup hadisat-ı âlemdeki elim hadiseler karşısında adeta ciğeri dağlanmıştır. Bu hengâmede Bediüzzaman Said Nursi ile de yolu kesişmiştir. Lakin sureten görüşmeleri mümkün olmamıştır. Dönem itibariyle Şark vilayetlerinin eğitim ihtiyacını dile getirmek için Payitahta gelmiştir Şarkın Yalçın Kayalarından Güneş Bediüzzaman.
Tarihin sayfalarında kalın harflerle yazılmış olan 31 Mart Hadisesi hengamesinde bu hadiseyi bastırmak ve asakiri vazgeçirmek için bir nutuk vermiştir. Ve isyan etmiş olan asakirin bu teşebbüsten vazgeçirmesi için elinden geleni yapmıştır. Bunu da “Harbiye nezaretindeki askerler içine cuma günü ülema ile beraber gittim. Gayet müessir nutuklarla sekiz tabur askeri itaata getirdim.” [3]diyerek 31 Mart Mahkemesinde ve eserlerinde serdetmiştir. Ve devletin bekası için de hem dönemin gazetelerinde hem de muhtelif kıraathanelerini ve topluluklarını gezerek toplumsal şuurlanmaya hizmet etmek emelini taşımış ve bilfiilde bunu tatbik etmiş bir isimdir Bediüzzaman.
Bediüzzaman ve Sultan Abdulhamid Han arasında ki ilişkilerde devletin bekası için Sultana tavsiyelerde Bulunmuştur Bediüzzaman genç yaşına rağmen. Ama bu tavsiyeleri asla devletin bekasına zarar verecek ve bir ihtilale zemin ihzar edecek tarzda olmamıştır. Bu tebliği yaparken de hem Sultana hem halka şu kaideleri esas almıştır. “Cihet-ül vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü’min i’lâ-i Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhıyla i’lâ-i Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkâra cihad edeceğiz.”[4] Nidalarıyla hareket etmiştir. Milletçe ve devletçe terakki etmek ve sefaletten kurtulmak ancak maddi ve manevi ilimlerin mezcedilip ittihad ve marifet ile teçhiz edilerek olacağını söylemiştir her fırsatta, platformda.
Bediüzzamanın bu telkinatını Abdulhamid Han düşmanlığı olarak göstermek yarışına girişmektedir bazı eşhas. “Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!”[5]
“Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O ayakta… Şark yaylalarından, Güneş’in doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah! demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş…Kayalar gibi çetin, müdhiş bir irade… Şimşekler gibi bir zekâ…İşte Said Nur!.. Divan-ı Harbler, mahkemeler, ihtilaller, inkılablar…Onun için kurulan i’dam sehpaları… Sürgünler… Bu müdhiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’an-ı Kerim’de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran suresi âyet 139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecelli etmiş!”[6]
Bediüzzaman Said Nursi’nin birkaç yazısına bakalım telkinat-ı Sultaniyeye dair:
“Dersaadet’e geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitte -şimdi münkasım olmuş, şiddetlenmiş olan- istibdadlar, merhum Sultan-ı Mahlu’a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hata ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatımı terk ettim.”[7]
“Merhum Sultan-ı Sâbık’a, ceride lisanıyla söyledim ki: “Münhasif Yıldız’ı dâr-ül fünun et, tâ Süreyya kadar a’lâ olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım.”[8]
“Saltanat ve hilafet gayr-ı münfekk, müttehid-i bizzâttır. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh bizim padişahımız, hem sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâmın bayrağıdır.
Saltanat itibariyle otuz milyona nezaret ettiği gibi, hilafet itibariyle üçyüz milyonun mabeynindeki rabıta-i nuraniyenin ma’kes ve istinadgâh ve mededkârı olmak gerektir. Saltanatı sadaret, hilafeti meşihat temsil eder.”[9]
“Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!”[10]
Bu vb. tarzda makaleleri ve beyanları Bediüzzaman’ın Asar-ı Bediyye isimli eserinin Makale ve Nutuklar bölümünden okuyabilirsiniz.
Bediüzzaman üç siyasal dönem görmüş İttihad ve Terakki, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri. Ve Cumhuriyet döneminde tek parti ve çok partili hayatı da görmüştür. 1960 mart’ında vefaat etmiştir.
Bediüzzaman düşmanları veya sevmeyenleri, antipatili olanları Bediüzzzamana olan kinlerini Sultan Abdulhamid Han’a olan telkinlerini muhalefet ve ya aleyhtarlık olarak göstermek gayretindeler. Ama şunu da biliyoruz ki burada Sultana muhabbetleri asıl olan değil Bediüzzamana olan kinleri bunları tahrik ettirmektedir. Şianın dediği “Ali’yi sevmek ömer’e kin gütmekten geçer” gibi bir tenakuz içindeler. Yani Bediüzzamana kin gütmek Sultanı sevmektir. Sultanı sevmek ise Bediüzzamana kin gütmektir gibi bir muamma içindeler.
Bediüzzaman Siyasetle iştigal etmekten çekinmiştir. Kendi hayatını 3 döneme ayırmış ve ilk döneminde bir parça siyasetle alakadar olmuş, ikinci dönemde siyaseti terk etmiş ve üçüncü dönemde Demokrat Partiye telkinatta bulunmuş olup “biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’an menfaatına kendimizi mecbur biliyoruz.” [11] demiştir. Siyasi düşünceleri de “Beyanat ve Tenvirler” ve “Siyaset ve Neşriyat Broşürü” isimli eserlerde daha sonra talebelerince derlenmiştir.
Dönemin ili şahsiyetini birbirine kanlı bıçaklı göstermeye çalışmak bir madalyonun iki yüzünü birbirine düşman gibi göstermekten başka bir şey değildir.
Bediüzzaman ve Sultan Abdulhamid Han’ı birbirine düşman gibi gösterenler de aslında ne Bediüzzamanı ne de Sultanı sevip tanıdıklarını düşünmüyorum.
Kendi menfaatleri gereğince iki ismi de istismar ve yanlış göstermek gayretindeler. Şimdi zihinlerde kusursuz bir Abdulhamid Han inşaa edip kendileri de ona hayran olmak yolunda gidiyorlar. Ama ne Bediüzzaman ve ne de Sultan kusursuz değildir. Kusurlarını kendileri de muhtelif yerler de beyan etmiştir. Kusursuz olan ancak ve ancak Rasul ve Nebilerdir.
Bu iki ismin de birisi maddi birisi de manevi sahada hizmetleri nicelerdir ve tadad edilmeye kalkılsa hayli zaman alacaktır. Ama Bediüzzaman Said Nursi ve Sultan II. Abdulhamid Han’ı birbirinden ayrı ve kanlı bıçaklı göstermeye çalışmanın altında yatan sebep ise sade ve sadece Bediüzzaman’ın islama hizmet tarzına ve şahsına olan adavet, kin, iğbirar sebebiyledir.
Bediüzzaman meselesi açılmışken bazı isminin önü kalabalık olan tarihçiler(!) Kürt Teali Cemiyeti kurucusu olarak Bediüzzaman Said Nursiyi gösteriyorlar. Halbuki Bediüzzaman Sadece iki Cemiyetin kurucu üyesidir.
- İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti
- Yeşilay (Hilal-i Ahdar)
Bunlardan maada Bediüzzamanın cemiyet memiyet gibi bir alakası yoktur. Bediüzzamanı ırkçı ve ayrılıkçı göstermek gayreti ise Bediüzzamanın Din, iman, islam ve devletin asayişine hizmet etmesini istemeyip çekememeleri veya en iyimser ifade ile rekabettir.
- “Bediüzzaman diyor ki :
- Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor, halkı bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah Allah huzuruna gitmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki, bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahedeyi açan dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına ve Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”[12]
- “maksadımız iman ve âhirettir, ehl-i dünya ile mübareze değil.”[13]
- “kalbinde iman ve âhiret meşgalesinden başka hiçbir dünyevî maksad ve gaye bulunmayan hâlis Nur şakirdleri..”[14]
Selam ve Dua ile..
Muhammed Numan özel
[1] Asar-ı Bediyye ( 464 )
[2] Asa-yı Musa ( 251 )
[3] Divan-ı Harb-i Örfi ( 26 )
[4] Tarihçe-i Hayat ( 59 )
[5] Tarihçe-i Hayat ( 86 )
[6] Tarihçe-i Hayat ( 631 )
[7] Divan-ı Harb-i Örfi ( 29 )
[8] Divan-ı Harb-i Örfi ( 30 )
[9] Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 37 )
[10] Asar-ı Bediyye ( 464 )
[11] Emirdağ Lahikası-2 ( 208 )
[12] Konferans ( 175 )
[13] Şualar ( 365 )
[14] Şualar ( 574 )